BAZI HAYATLAR HALA LOŞ

Bir hocamın dediği gibi ‘Bir On’a gitmez. On bire gider.,’ İnsan yaş aldıkça çocuk olmak ister. Geleceğe varmadan çocuk kalan yanını görmek ister. Dünyaya onların gözünden bakmak ister. Dünyayı onlar için daha temiz bırakmak ister., Biz de bu yüzden yaşanabilir dünyada canlı kalmak zorundayızdır belki de. Bir keçi yerden bulduğu poşeti ağzında taşıyor mesela şu anda.

Bir belgeselde doğanın kendi içindeki dengesiyle ilgili “Doğa asla yeryüzünü ve orman asla kendi zeminini kirletmez. Dışarıdan bakan bir göz ise yerlerdeki yaprakların ne kadar düzensiz ve karışık olduğundan söz etmez.’’ diyordu. Hayata bakarken doğaya bakarken geçilen yollar vardır. Engebeli yokuşlu ve zor. Geçilen yollardan sonra ulaşılan sonuçlar başlangıca yöneltir insanı. ”Çocukluğa.

Çocuk kalan yanına.’’

Keçiler. Ve sabah saaatleri. Keçilerin ardından minik çobanlar ellerinde değnekleriyle koşuyor. İki kadın yere oturmuş onları izliyor. Kıvırcık saçlı roman çocukları, treni seyirde. Trenin korna sesine irkilen kediler var. Portakal bahçeleriyle lahana tarlaları yan yana duruyor. Uyumsuzluğun ahengine sahip doğanın harikasına şahitlik eden gözler, hala gördüğünden de ırakta.

Bazı bahçeler büyük ağaçlarla turunç ve mandalina saklıyor yapraklarının arasında. Öğle vakti güneş tepede. Kimi ağaçlar ise daha bodur duruyor. Yeni dikilmiş bir zeytin bahçesinin yanından geçiyor tren rayları. Beyaz güvercinler uçuşuyor havada. Hayat hala loş bazı ışıklarda. Bazı yerlerde ekinler var yemyeşil hala.

Görevlinin sesi karışıyor trenin çocuk yolcularına. ‘’İçecekkkk, meyve suyuuu,çayyy.Yiyecekkk, bisküviii, simittt tatlııı isteyennn.’’

Son yazın gün batımına açılıyor akarsular. Biraz seraların şeffaf tenteleri karşılıyor. Sazlıkların eşliğiyle devam ediyor yol. Cesur bir yolculuğun, cesur gün batımında hareketleniyor bulutlar. Kırmızı boyalı iki katlı ev el sallıyor. Şekerpınarına uzanan yolda keyifleniyor yolculuk.

Dökülmeyen yapraklarıyla ağaçlar selamlıyor semayı. Bir asırdan uzundur var olan halleriyle şahitlik etmişler tarihe belki de.Son baharın günlerinde ilk baharın günlerini karşılamaya hazırlık yapıyorlar. Karşılıklı aşklarını anlatıyorlar birbirlerine.Beyazın saf haliyle karışıyor turuncular. Gün batımının ahengiyle dans edercesine karışıyorlar.

Erken iniyor bugün gün. Gün erken bitiyor. Kıvrılan menderes ovayı ikiye bölüyor. Çukurova’nın merkezinde yer alan ağaçlar yeşil hala. Bacası tüten evlerle beraber lambası yanan evlerin önemi büyük bugün. Karanlığı delip geçen evlerin önemi büyük.

Fark etmeden geçen zamanın önemi büyük bugün. Her gün okunan bir talebayı görmeye başlamak için yılların geçtiğini fark etmekse önemsiz. Kuşların mutluluğuna şahitlik etmek önemli. Kanat çırpışlarının yürekte uyandığı çırpınışları görmekse zor. Bir sürüyle anlar bir şeyleri. Tarifi zor olan şeyleri. Gidişlerin, yeni gelişlerini karşılamak için üşümek gerektiği gibi mesela.

Yıllarca sıcak bir nefese ihtiyaç duyduğunu anlamak için beklemek gerekmez oysa. Kurumuş bir yaprağın hüznü uyandırır insanı. Soğuk sözlerin sisi kaplamıştır kalbi çoktan. Soğuk havanın uçuşu çığlıklara gebedir. Bir leblebi kokusuna saklar öfkesini. Duyulmayan sevincin acısı, avaz avaz bağırırken kırar zincirlerini. Tek bir kalemde silinen kişiler için yeni bir sayfa açılmaz artık.Yılların geçtiğini anlamak içinse zamanın önemi yok zaten.

Çocukların sesi karışıyor trenin tekerlerinin dönüşüne.’’ Abi beş liram var büskivi istiyorum bir de yanına annem için kahve.’’ Üçü bir arada olsun bir de şekeri üç tane. Yanmadan almak yanmadan gitmek istiyorum koltuğuma.’’

Çocukken büyüdüğünde nice acılarla yanacağını bilmeden korkar insan yanmaktan. Bir Portakal Çiçeği’nin rahatlatıcı esintisiyle uçuşan kokunun sindiği havada, büyüdüğünü anlar aslında. Gücün

simgesi çiçekler, dik dururken hayatta, kuruyan dallarda yeşeren umudun smgesini de gizler fark etmez. Tüten bir bacanın kuruyan dallara bakışı gibi bakar hayata insan. Burulur içi bir buruk kahve kokusunda. Anımsatır hayatın adımını, bir ayakkabı rengi. Ekmeğin yanık tarafı anlatır tüten bacanın çabasını.

Bir gece vakti yolculukta bir trenin raylardaki fren sesinde fark eder insan, yıldızlara bakmayı unuttuğunu.. Parlaklıklarını kıyaslamayı, yerleşimlerini kendince hesap edip şekiller çıkarmayı unuttuğunu.

‘’Küçükken ne de çok bakardım aslında gökyüzüne der insan. Gökyüzüne bakıp hayal kurmanın keyfini unutmuşum. O uçsuzluğun hissettirdiği güzellikleri unutmuşum. Minicik bir insan tanesinin evrenin karşısında ne kadar da yok ama bir o kadar var olduğunu unutmuşum. Şehirden uzakta ne kadar da büyük şehirden uzakta ne kadar da var olduğumu. Özlemişim kendimi özlemişim hislerimi özlemişim mutlu olmayı der insan. Doğayı unutmuş,insanı unutmuş, çoçuğu, çocuk kalmayı unutmuşum. Korkmayı, cesurca korkmayı unutmuşum.’’ der insan.

Loş kalan hayatı aydınlatmak için bir karınca yuvasına yiyecek taşıyor şu anda. Bir çiçek açıyor. Bir evin lambası yanıyor. Doğa kendini hatırlatıyor insana…

Related posts

Leave a Comment