GÖÇ VAKTİ-2

                İşten geleli henüz birkaç dakika olmuş, salondaki koltukta günün yorgunluğunu atıyordu… Hazırlanan akşam sofrasının tıkırtılarıyla birlikte gelen yemek kokuları Sefer’i sabırsızlandırıyordu. Karısına “Karıcığım yemek ne zaman hazır olur?” diye seslendi. “Çok sürmez hayatım” cevabını alınca biraz olsun rahatladı. Açlığa fazla tahammülü yoktu doğrusu. Çalan telefonla irkildi. Ev telefonları artık eski önemini yitirdiğinden çoğu kişi evindeki telefonu kapattırmıştı. Sefer ise henüz kapatmamıştı. Pazarlamacılardan biri aramıştır tahminiyle telefonun kapanmasını bekledi. Birkaç çalmadan sonra annesinin arayabileceğini düşünerek telefonu açtı. Çok kere annesini yanlarına yerleşmesi konusunda ikna etmeye çalışmış fakat başaramamıştı. Annesi bundan böyle onlarla birlikte yaşamaya karar verdiğini söylüyordu. Annesinin gelme isteğine önce şaşırmış, sonrasında ise çok sevinmişti. Akşam yemeğinden sonra ağabeyini aradı. “Abi iyi akşamlar, seni köye gideceğimi haber vermek için aradım.” Deyince, ağabeyi “Hayırdır Sefer, kötü bir durum yoktur inşallah,  annemin sağlığı yerinde değil mi?” diye telaşla sordu. “Olumsuz bir durum yok, annem çok iyi, buraya gelmek ve artık burada bizimle yaşamak istiyor.” Dedi.  Ağabeyi Gurbet buna çok sevinmişti. Vakit geceye doğru ilerlediğinde de yola çıktı. Uzunca bir yolculuğun ardından köye vardığında gün aydınlanmış, evlerin bacalarından tüten gri dumanlar kimlerin hala köyde olduğunun haberini veriyordu. Ortalıkta hiç kimsecikler görünmüyor, in cin top oynuyordu. Evlerin damlarından ara sıra sığır böğürmeleri, kapılarının önünde eşinen tavuklar ve horozların sesleri ile köpek havlamaları yükseliyordu. Başka sokakların ve ambarların arasından geçerek evine doğru ilerledi. Evlerin birçoğu betondan yapılmıştı. ”Artık köylerde günden güne betonlaşıyor diyerek kendi kendine hayıflandı. Evine doğru yaklaştığında komşunun köpeği üzerine doğru koşuyor, bir yandan da havlıyordu. Yan yana geldiklerinde birbirlerini tanımışlardı. “Merhaba Alaca, nasılsın oğlum?” diyerek köpeğe gülümsedi. Köpek kuyruğunu sallayarak Sefer’in ayakkabılarını, paçalarını kokluyordu. Köpeğin başını okşadıktan sonra eve doğru yöneldi. Avlunun kapısını ses çıkarmadan açmak istediyse de gıcırdamasına mani olamadı. Kapıya yaklaştığında annesi Saniye Hanım pencereyi açmakla meşguldü. Kapının önüne geldiğinde penceredeki annesiyle kısacık bakıştılar. Saniye hanımın başının yeşil boyalı çerçeveden uzanan boncuk işlemeli takke ve yazmasıyla verdiği görüntü, bir resim albümünden bakıyorcasına gülümsüyordu. Sefer annesinin bu görüntüsüne bakınca bir an ürperdi. Bu kadın her şeyiyle buraya ait, burada rahat burada mutlu diye düşündü. Bakışlarıyla selamlaştılar.  Saniye Hanım alt katta inip kapıyı açtı. “Hoş geldin yavrum nasılsın, yolculuğun iyi geçti mi? Diye sordu. “Rahat geldim ana, yolda bir iki yerde uyuyup dinlendim. O nedenle de biraz geciktim.” Sarılıp kucaklaştıktan sonra içeri girdiler. Sefer, merdivenlerden çardağa çıkınca etrafına bakındı. Her eşya yerli yerinde duruyordu. Sadece kapının kenarındaki kedi geçidi bir tahta parçası ile kapatılmıştı. Esneyen ahşap zemin döşemelerinin üstünde ilerleyerek Büyük odaya yöneldi. Sobada ıslık çalan çaydanlığın sesi dışarıdan duyulabiliyordu. Sıcak odaya girerek minder serili sedire yerleşti. Az sonra da Saniye Hanım elinde tepsisiyle içeri adımını attı. Keyif çaylarını içerken Sefer sordu. “Epey zamandır yanımıza çağırıyorduk, sense burada kalacağını söylüyordun. Seni bundan vazgeçiren ne oldu?” “Ey oğlum ey, iyice yaşlandım artık görüyorsun. Yaşıtlarımdan kimseler kalmadı. Hepsi birer birer göçüp gittiler bu dünyadan. Görüyorsun ya, herkes eski evini betonla yeniliyor. Buraların da tadı tuzu kalmadı artık diye iç çekti.” Anasının sözlerini başıyla onaylayarak cevap veren Sefer, boşalan bardakları doldurmak için ayaklandı. Saniye Hanım “ben içmeyeceğim oğlum, yolumuz uzun fazla gecikmeyelim, hem de birkaç yere uğramam gerekiyor” dedi.   Geç yapılan kahvaltı sonrasında Saniye hanım komşularıyla vedalaşmak için dışarı çıktı. Sefer ise evin içini köşe bucak dolaşıyordu. Tavan arasını, yan odayı, alt kattaki eski hayvan damlarını tek tek gözden geçiriyordu. Her yerin tertemiz ve eşyaların yerli yerince olduğunu gördüğünde annesine imrenmişti. İş yerindeki arkadaşları emekli olacakları zamanki hayallerini anlatırken sanki şu anda gördüğü gezdiği yerleri tarif ediyorlardı. Bunları hatırlayınca içi acımıştı. Çoğu kişi gibi kendi hayali de buydu çünkü. Tekrar çardağa çıktığında yan odaya yöneldi. Çocukluğunda ağabeyiyle yaz günlerinde burada yatarlardı. Dolabı açtığında ilkokul zamanlarından kalma eski resim defterini gördü. Defterini karıştırdığında yüksek katlı evler ve arabalar çiziliydi. Kendi çocuğu da doğa ve köy resimleri çiziyordu. “İnsan neye imreniyorsa onu hayal eder” diye düşündü. Şimdi ise imrendiği şeyler tersine dönmüştü. O da çocuğu gibi köy ve doğa resimleri yapmak onun içinde olmak istiyordu. Emekliliğine epey vakit olduğunu hatırladığında umutları silinip gitti.

            Saniye Hanım komşularıyla vedalaşmış avludan içeri girmişti. Komşularının yanında ağlamamak için kendisini tutmuş olsa da Avludan içeri adımını attığında gözlerindeki yaşların boşanmasına mani olamadı. Birkaç dakika avluda soluklanıp toparlandıktan sonra eve girdi. Sefer resimlere daldığından avlu kapısının gıcırtısını duymamıştı. Tırmanan adımların ahşap basamaklarda çıkardığı ses onu düşüncelerinden koparmıştı.

Mehmet Hüseyinçelebi

07.02.2021 Kastamonu

DEVAM EDECEK

Related posts

Leave a Comment