Bir yaz tatilinde İstanbul sokaklarında yürüyen bir yabancı seyyah olduğunuzu düşünün. Milyonlarca insanın içinde kayboluyor gibi hissedersiniz ve hatta kalabalıktan rahatsız olabilirsiniz. Herkes öyle boş konuşur ki size bu bilmediğiniz şehirde yardım dahi etmez. Yol boyu yürüdükçe bu gibilerini çok görür ve hatta bazen bu kalabalık içinde bilmeden toza toprağa karışabilirsiniz. Hele ki arabaların çıkardığı dumanlar yok mudur… Sizi ve sizin düzeyinizdeki insanları bir süreliğine toza bular.
Toza bulanan insanların çoğu bu durumu takmaz yola devam eder. Asıl mesele bu durumu umursayıp sizin gibi elbisesini temizleyen narin çocuklardadır. Onları ilk başlarda yalnız sanırsınız ama İstanbul’un semtlerine alışık oldukları için yalnız olmadıklarını anlarsınız. Hatta çoğu sizden iyi biliyordur o semtleri. Bilmiyor olsa aileleri hiç dışarı bırakır mı onları? Ama sanmayın ki hepsi bir aileye sahip. Hepsi narin olsa da bazıları vardır yetim-öksüz şekilde kendi geçimlerini sağlamaya çalışırlar. Onların anne babaları artık tanımadıkları insanlar olmuştur. Bunlarında birçoğu narin olduklarından çözmeniz uzun zaman alabilir. Ama çözerseniz bu çocukların peşini bırakmak istemezsiniz. Çünkü bilirsiniz ki bu kalabalıkta çabucak kaybolabilirler.
Ve takip etmeye koyulursunuz. Birilerinin zararı gelirse hemen yardıma koşmak için dört gözle onlara adapte olur bir şey olmadıkça sakince takip edersiniz. İstanbul’u da bu çocuklar sayesinde tanırsınız. Bazıları takipteyken sizi fark eder ve her biri farklı malzeme satmaya çalışır. Çoğunun verdiği malzeme işe yaramaz tabi ama onlardaki masumluğa dayanamaz alırsınız uzattıkları eşyaları. Canınız yansa bile! Sonra bu huyunuzu seven çocuklar sizle arkadaş olmak ister. Bir yaz boyu onlarla takılıp alışırsınız onlara. Sonra okul başlar her çocuk okula gider. Ama her çocuğun dönüşü olmaz. O, dönüşü olmayanlar ki narince sılaya gitmiş çocuklardır…