Bölüm 02:
“Zamanı İleri-Geri Sarmak Mümkün Mü?”
Suhan’ın evi şehrin kenar mahallelerinden birinde, sanayii bölgesine de yakın bir konumdaydı. Çevresi briket ve kerpiçlerle örülmüş duvarla çevrili, geniş bir bahçenin içinde tek katlı müstakil bir evdi. Çatısı bulunmayan evin üstüne de ahşap bir oda kondurulmuş, buraya da yine tahta bir merdivenle çıkılabiliyordu. Suhan bu bölüme ‘Benim yazlık evim’ diyordu.
İki dönümden büyük bahçenin bir köşesinde eskiden depo olarak kullanılan 70 – 80 metrekarelik bir bina bulunuyordu. Suhan buraları satın aldıktan sonra ise burasını özel bir atölyeye çevirmişti.
Geniş bir kapıdan girilen atölye tek odadan oluşuyordu ve oldukça yüksek bir tavana sahipti.
Asya’nın kullandığı beyaz spor araba bahçenin içine park etmiş, Oğuz, Aytunç ve Asya atölyeye doğru ilerliyorlardı. Kapıda Suhan karşıladı onları.
“Gelin gelin, buranın son halini hiçbiriniz görmediniz henüz.”
Oğuz adımlarını hızlandırarak herkesten önce girdi içeri.
Açık mavi ağırlıkta bir ışıkla aydınlatılmış bir ortamda ilk dikkatini çeken şey sahne gibi ayarlanmış bir bölümdü. Yerler ve duvarlar gri renkli granit taşlarla kaplanmış, sahnenin çevresi de gümüş renkli aynalarla çevrilmişti. Sahneye çıkılan iki basamaklı merdivenin hemen yanında küçük bir kontrol odasına benzeyen bölüm mevcuttu. Düğmeler ve hareketli kollarla dolu elektronik tahtanın yanında içi açık yeşil renkli bir sıvıyla dolu büyük bir akvaryum vardı.
Aytunç, ortamı şaşkınlıkla inceleyen Asya ve Oğuz’a dönerek:
“Çok değişmiş burası. İki hafta önceki durumdan eser kalmamış. Sahnenin üç köşesine Göbekli tepedeki gibi ‘T’ şeklinde sütunlar yaptırmışsın. Bunların bir işe yarayacağını düşünüyor musun?”
Suhan elleriyle sütunların üstlerini işaret ederek:
“Kuvars taşıyla güçlendirilmiş hepsi. Frekansları ayarlarken çok etkili oluyorlar.”
Oğuz akvaryum benzeri ve içi açık yeşil bir sıvıyla dolu büyük kabı işaret ederek:
“Bu ne peki? İçindeki yeşil sıvı nedir bunun?”
Suhan Oğuza gülümseyerek:
“Yine şeffaf bir taş cinsi kap, içindeki ise farklı taşların tozlarının karışımından oluşan özel bir su. Hem yeşil değil sarıdır. Işıktan dolayı sana yeşilmiş gibi geliyor.”
Asya, kardeşi Oğuz’un omzuna burup hafif bir kahkaha atarken Oğuz:
“İyi bakalım öyle olsun. Ama ne işe yarıyor bu şimdi?”
Suhan ciddi bir ifadeye bürünüp Aytunç’a doğru döndü:
“İnanmayacaksınız belki ama bu bir ekran gibi çalışıyor. Işık ve titreşim ayarlarını değiştirdikçe sudaki görüntü de değişiyor. Son işlemlerden önce sizlerin de yardımıyla hiçbir problem yaşamadan zamanda yolculuk yapmak ya da zamanı ileri geri alarak olayları seyretmek mümkün olacak.”
Aytunç Asya’nın omzuna elini koyup:
“Hatırlarsan bu hikaye ‘Işık hızıyla hareket edersek ne olur?’ sorusuyla başlamıştı. Önce zamanın duracağı, zaman dışında kalınabileceği düşüncesi gelişmişti. :Sonra ‘Işık hızını geçersek ne olur?’ diye düşünmüştük. Dünyayı 100 ışık yılı uzaktan izleyebilirsek bundan 100 yıl öncesini seyredebileceğimiz sonucuna varmıştık.”
Asya da sahneyi kaplayan ve dalgalanan ışık hüzmelerine bakarak:
“Evet, dünyadan ışık hızından daha hızlı şekilde uzaklaşabilirsek geçmişi seyredebiliyoruz. Ama geleceği de aynı şekilde görmek mümkün olur mu acaba? Hem ben zamanı seyretmek değil bizzat zamanı ve mekanı değiştirmek istiyorum.”
Suhan az ilerdeki dolaptan bir şeyler alıp döndü. Elinde oldukça iri ve şeffaf taşlar ile kurduğu kontrol merkezine girdi. Elindeki taşlardan birini sahnedeki siyah granitten yaptığı sehpanın üzerine bıraktı.
“Bakın.”
Dedi. Bir iki düğmeye basarak farklı ışıkları çalıştırdıktan sonra ışıkları sehpanın üzerindeki taşa yönlendirdi. Bir kolu da hareketlendirince ışıklarda dalgalanmalar başladı. Yaklaşık bir metrekarelik akvaryumda parlamalar oluşmaya başladı.
“Gelin bakın bakalım. Taşların her şeyi kaydettiğine inanıyorum. Şimdi göreceğiniz gibi gelecekten de bir taş bir şekilde elimize ulaşırsa geleceği de seyretmek çok kolay olacak.”
Dördü de akvaryumun başına toplandılar. Önce sarı bir ışık akvaryumun yüzeyini sardı. Sonra bu sarı ışık akvaryumun çerçevesini sardı. Sıvı bölümde meydana gelen bulanık görüntüler yavaş yavaş netleşmeye başladı.
Hiç insan yapılarının bulunmadığı, tamamen doğal bir manzara karşılarındaydı. Üstelik bir doğa belgeseli seyreder gibi oldukça canlı ve net görüntülerdi bunlar.
Suhan, taşın üzerine yönlendirdiği ışığın ayarlarıyla oynayarak frekans kolunu da hafifçe değiştirdi.
Görüntü titreyerek hızlandı. Birden karşılarındaki manzara da değişiverdi. Şimdi insan yapılarının bulunduğu, doğanın insan yaşamıyla iç içe olduğu görüntüler tam karşılarındaydı.
“Bu taşları bulduğum bölgelerin eski görüntülerini seyrettiğimi sanıyorum. Taşları değiştidikçe zamanlar ve mekanlar da değişiyor. Ve daha güzeli Bu şekilde zamanlar ve mekanlar arası yolculuk edebilmemiz için de herşey hazır.”
Oğuz hayretle gözlerini açmış bir şekilde:
“Hazırlıklarımızı yapalım da artık şu yolculuk denemelerine başlayalım öyleyse.”
Asya sol eliyle saçlarını arkaya doğru attı.
“Geri dönüşü mümkün olacak mı peki? Tabi yolculuk başarılı olursa…”
Suhan gülümseyerek:
“Hanımların hazırlanması uzun sürer arkadaşlar. Şu çayımızı içip bir zaman ve mekan değişikliği yapalım bakalım.”
Asya Suhan’ın omzuna hafif bir yumruk atarak dışarı çıkarken:
“Sen öyle san bakalım. Ben çayları bahçeye getiriyorum. Son kez 2024 havası alıp yolculuğa öyle çıkalım.”
-Bölüm Sonu-
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com