Yine kış geldi bizim tarafa. Karlar yağdı sokaklara. Yazın neşesi yerini yavaş yavaş sessizliğe bıraktı. Elimde yeni demini almış tavşan kanı çay ve karşımda duran kar beyazı manzara…
Kestane sesi işitir oldum bir ara…
Olsa da yesek değil mi ama?
Karın beyazına bulanmış çocukları izleyip içimdeki çocuğu büyütmekle meşgul oluyorum şu sıra.
Dilimde çalakalem yazdığım şiirin taze heceleri durmakta. Hafiften şairlikte varya ruhumuzda el gidiyor ister istemez kalem ile kağıda. Tek kötü alışkanlığım yazmak olsa gerek ne içki ne sigara… Yazmak ruhunda yer ettiyse bir defa ne yapsan boş bırakamazsın asla. Yazmak kayıp kıta Atlantis’i bulmak gibi adeta. Her yazmak için ele kalem aldığında kelimelerle inşa edilmiş sana özel bir dünyada yeni maceralara yelken açmaca. Dışarının gürültüsünden kendi iç sesini duymak istiyorsan yazmaya başla. Kendinle dertleş ayna karşısında. Şiir oku ara sıra. Biraz Cemal Süreya az biraz Necip Fazıl mesela. Dilinden şiir, elinden kalem eksik olmazsa gün gün eksilmek yerine tamamlanırsın.
Hayatı tam anlamıyla yaşarsın içerisi ve dışarısıyla, korkusuzca, serseriliği de içinde barındıran terbiyeli bir ruhla, en değerli hazineyi bulmuşçasına bir gururla. Söz uçar yazı kalır belki de tarihe geçmek var işin ucunda. Hani eşek ölür semeri insan ölür eseri derler ya sanırım bizimkisi biraz da geride eser bırakma telaşından.