BİR İÇE BAKMA SANATI:OTİZM

İsviçreli varlıklı bir çiftçinin oğlu olan Eugen Bleuler’in şizofreni üzerine yaptığı çalışmalar esnasında, şizofreninin bir alt kavramı olarak ilk kez 1911 senesinde kullandığı, Yunancada benlik, öz, kendi, kendinden hareketli, kendinden iradeli gibi anlamlara gelen “autos” sözcüğü ile yine hepimizin aşina olduğu, bir düşünce şeklini ya da bir oluş biçimini ifade eden -izm eki ile bir araya gelerek oluşan ve Avusturyalı çocuk doktoru Hans Asperger’in çalışmaları ile bugünkü modern anlamını kazanan, dış dünyadan kendisini tümüyle soyutlamış  bireyler için kullanmıştır, otizm.

Otizm spektrum bozukluğu, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nöro-gelişimsel farklılık olarak bilinmektedir. Beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı düşünülmekle beraber son yıllardaki araştırmalarla aslında bir bağırsak hastalığı olduğu, bu çocuklarda kabızlık gibi mide-bağırsak sorunlarının çok fazla görüldüğü ve bunların sindirimi bozarak  vücudumuzun ihtiyaç duyduğu vitaminler, mineraller, amino asitler vb. yeteri kadar emilemezken, toksinler gibi emilmemesi gerekenlerin ise fazlaca emilmesi ile de ortaya çıkabileceği var sayılıyor. Hem nörolojik hem de beslenme ve çevre faktörlerinin tesiri ile ortaya çıktığı var sayılan bu durumu tetikleyen sebepler ise uzmanlarca şöyle sıralanıyor: Antibiyotik kullanımının artması, cıva-alüminyum gibi metalleri içeren, çoklu virüs aşıların kullanılması, artan sezaryen doğumları, sebze ve meyvelerdeki vitamin ve mineral içeriğinin düşmesi, ağır metal, ilaç ve toksinlere fazla maruz kalmamız…

Hastalığın teknik konuları bunlar olmakla beraber bizim gibi teknik uzmanlık alanı olmayan kişiler için otizim, daha çok sosyal hayat içindeki durumu açısından incelenmeye, ilgilenilmeye değer olur. Bir bireyin toplumun temel taşı olan aile içerisinde bu ve benzeri bir durum ile var olmaya başlayınca konu artık bireyin değil ailenin  hatta toplumun da ortak yaşam alanı durumuna geliyor.

İçinde bulunduğumuz medeniyetimizin bizlere öğrettiği en önemli şeylerden biri, sahip olduklarımıza da eksik kaldıklarımıza da hikmet gözüyle bakmaktır. Bu yazıya konu ettiğimiz otizm başta olmak üzere görünen görünmeyen azalarımızdan eksik ya da fazla neyimiz varsa Şeyh Galip Dede’nin o nefis ifadesi ile :

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen                                       

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

ruhumuzu aslına vasıl ederken, kendi iç dünyamıza yönelerek de eksikliklerimizin bir kusur değil, bir huzur vesilesi olduğunu idrak edebiliriz. Öyle ki yukarıda otizmin kelime menşeini yazarken, tanımını yaparken söylediğimiz “kendi, öz, benlik, kendi iradesi” gibi ifadeler Galip Dede’nin beytinde bahsettiği “zatına bakmak” ifadesiyle insanın içine bakması olarak okuyabiliriz. Günümüz insanının derin bir içsel okumaya ihtiyacının mutlak surette ortaya çıktığı herkesçe malumken; otizmin bize, kendi iç dünyamıza yönelmemizi ve içsel okumanın önemini belirtiyor olması açısından mühim bir hadisedir. Bu açıdan bakıldığında otistik çocuklarımızın kendileri dışındaki dünyayla kurmakta zorlandıkları iletişimi, kendi içi dünyalarında kuruyor olmaları, tasavvuf ilminde bilinen bir ifadeyi de gözlerimizin önüne sermektedir: “İnsan kitabı eğer doğru okunabilirse, Tanrı’nın sırları oradan bulunabilir. Tanrı’ya, ancak insanı anlayarak ulaşabilirsiniz.”

         Yaşadığımız çağa hakim olan modernitenin katı rasyonalist, pozitivist, materyalist ve antitradisyonel yapısı içerisinde aza eksikliğimizin veya aza eksikliğine sahip aile bireylerimizin olması kolay bir hayatı sunmuyor gözükse de bir milletin ferdi olma şuuruyla oluşturacağımız farkındalıklarla bunların üstesinden gelebilir, bu durumu bizzat yaşayan insanlara yardımcı olabiliriz. Bu yardımda bulunurken o insanları gözümüzle, dilimizle de incitmemeye dikkat etmeliyiz. Bu dikkatin ise gönlümüzü eğitmekten geçtiğini unutmadan…

Osmanlı padişahlarından III. Mehmet döneminde yaşamış Halveti Şeyhi Şemseddin-i Sivasî’ye ait şu beyitin gönlümüzü eğiteceğini umuyorum:                                             

Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak                        

Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan

GÜNÜN TÜRKÇESİ İMZASIYLA:

FATİH KUTLU

Related posts

Leave a Comment