Bölüm 15:
“Merak Başımıza Ne İşler Açacak?”
Alper tedirgin bakışlarla kaplanmış bir yüz ifadesiyle:
“Arkadaşlar, bu işler ne zaman bitecek bilmiyorum ama öncelikle beni kendi zamanıma uçursanız iyi olacak. Zira yapılacak bir sürü işim vardı ve ailem de merak ediyordur herhalde.”
“Şu kendimden aldığım tablet ile gerekeni yapalım. Zaten burada daha fazla kalamayız. Bu siren sesleri de sanırım yeni sistemin kontrol mekanizmalarından birisi.”
Suhan bu sözlerinden sonra yaşlı Suhan’dan almış olduğu tableti açarak incelemeye başladı. Herkes dikkatle Suhan’dan gelecek yönlendirmeleri bekliyordu. Bu arada uzaktan üstü açık ve yine tekerlekleri olmayan, yaklaşık yarım metre havada hareket eden bir otobüs göründü. İçinde 20 – 25 civarında üniformalı asker mevcuttu.
“Biraz acele etsek iyi olacak arkadaşlar.”
Aytunç’un korkarak söylediği bu sözlerin ardından Suhan yüzünde bir gülümseme ifadesiyle:
“Tamamdır arkadaşlar. Şimdi balkonun açık bölümünde toplanalım. Zaten gelecekteki ben burayı farklı renklerle ayırmışım.”
İçinde askerler bulunan otobüs iyice yaklaşmış ve bahçenin önünde durmuştu. Askerler inerek çevreye dağılmaya başlamışlardı. Üç askerde onların bulunduğu tarafa doğru ilerliyorlardı. Suhan sanki özçekim yapar gibi tableti havaya kaldırarak tuttu.
“Üüüç, ikiii ve biiiir….”
Diye geriye doğru saydı ve yaşanan bir ışık patlamasının ardından hep birlikte gözden kayboldular.
Yeni bir ışık yansımasının ardından beş arkadaş tekrar karşı karşıya geldiler. Hepsinin yüzlerinde sevinçlerini ifade eden gülümsemeler vardı. Oğuz çevresine bakınarak:
“Arkadaşlar, galiba son anda kurtulduk. Umarım artık kendi zamanımıza dönmüşüzdür. Son ana kadar süren gerilimlerden yoruldum yahu.”
Aytunç da Oğuz gibi çevresini kolaçan ederken:
“Evet, Son anda kurtulduk ama sanırım hala kendi zamanımızda değiliz. Alper’i kendi zamanına getirdik galiba. Ama mekan olarak neredeyiz anlayamadım.”
Bu arada başta Alper olmak üzere herkes meraklı ve sorgulayan gözlerle Suhan’ı süzmeye başladı. Suhan elindeki tableti arkadaşlarına doğru döndürürken bir yandan da kıs kıs gülüyordu.
“Ben bir deneme yapmak istedim arkadaşlar. Öyle bir uygulama yapmışım ki tarih ve mekan girip istediğimiz zamana ve mekana gidebiliyoruz görünüyor. Bakın ekranda şu an?”
Asya bir tabletin ekranına bir de Suhan’a dik dik bakarak:
“Suhan sana inanamıyorum. 26 Ağustos 1071 yazıyor ekranda. Mekan ise Malazgirt ovası…”
Herkes şaşkınlık içerisinde etrafına bakınmaya başladı. Suhan ise yanında getirdiği bez çantayı açarken bir yandan da yaşlı Suhan’ın cebine sokuşturduğu notu okuyordu.
‘Kendimin ne kadar meraklı olduğunu biliyorum. Çantadaki kıyafetleri hiyin. Malazgirt’te yabancı görünmeyin. Hadi görüşürüz.’
Oğuz Türklerine ait kıyafetleri giyerek yakınlarındaki küçük bir tepeye tırmanmaya başladılar. Uzaktan ovayı rahatlıkla görebiliyorlardı. Büyük Selçuklu ordusu ovanın doğusunda karargah kurmuş, yüzlerce çadır çevresinde toplanmışlardı. Sırt çantalarından dürbünlerini çıkartarak ovayı ve çevresini izlemeye başladılar. Batıda yerleşmiş Bizans ordusu göz kamaştırıyordu. Evet gerçekten göz kamaştırıyordu. Zira binlerce parlak demirden zırh giymiş askerler güneş altında pırıl pırıl parlıyorlardı. Türk ordusunda ise korkunun göstergesi olan bu demir yığınlarından bir eser yoktu. Atlı birlikler, okçular, kılıçlar ve mızraklar ilk göze çarpan silahlardı.
Oğuz bir yandan ovayı ve çevreyi seyrederken:
“Arkadaşlar, Sayılarını bilemeyeceğim ama görünüşe bakarsanız Bizans ordusu Türk ordusunun en az dört katı. Tarihte yazana göre 200.000 kişiye karşı 45.000 kişi. Tabi bir de taraf değiştirenler olacak.”
Alper meraklı gözlerle sahayı incelerken:
“Evet. Bizanstaki paralı Türk askerleri karşılarındakilerin de Türkler olduğunu anlayınca taraf değiştireceklerdi.”
Dedi. Bu arada Türk ordusu ikiye bölünmüş, bir yarısı batı tarafını kollarken diğer yarısı da ordunun doğusunda namaza başlamışlardı. Bizimkiler ve Bizanslılar durumu şaşkınlıkla izleyip hiçbir faaliyette bulunmazlarken ordunun ikinci kısmı da namazı bitirivermişlerdi. Sonra atının üzerinde Sultan Alparslan göründü. Uzun saçlarını arkadan bağlamış, beyaz bir kıyafet giymiş, askerlerine o ünlü konuşmasını yapıyordu. Atının da kuyruğunu savaş sırasında zarar vermesin diye gerçekten bağlamıştı.
Asya heyecanlı heyecanlı:
“Şu tarihî konuşmayı bir Türk askeri olarak yakından dinlemek isterdim.”
Dedi. Bu esnada Suhan kendilerine arkadan yaklaşan birini fark ederek ortadan kayboldu. Kıyafeti ve şapkasıyla bir Türk olduğu anlaşılan asker elindeki kılıcı ile dört arkadaşın arkasına gelmişti ki Suhan bir hamlede adamın elindeki kılıcını kaptı. Aytunç da adamın üzerine atlayarak askeri yere yatırdı.
“Sen kimsin? Ne işin var burada?”
Diyerek Suhan kılıcı adamın üzerine doğru tuttu.
“Durun kardeşlerin. Ben elçiyim. Bizans ordusunda paralı askerlik yapan Peçenek bölüğündenim.”
“Ne istiyorsun sen onu söyle?”
Aytunç adamın ayağa kalkmasına müsaade ederek Peçenekli askerin arkasına geçti. Asker Suhan’a bakarak:
“Komutanımız sizin ordunuzu görünce Türk olduğunuzu anladı. Tamamen emin olmak için beni gönderdi. Ben de durumu öğrenerek tekrar bizim birliğe ileteceğim. Kendi soyumuzdan kardeşlerimize karşı savaşmak istemiyoruz.”
Suhan sakallarını sıvazlayarak:
“Evet kardeşim. Bu ordu Selçuklu ordusudur. Oğuzların Kınık boyu kurmuştur. Kut Sultan Alparslan’a verilmiştir. Siz de kardeşlerinizin tarafında yerinizi alınız. Sultan sizi karşılayacaktır.”
Suhan’ın bu sözleri üzerine asker hemen oradan uzaklaşarak gider. Suhan ise Türk ordusunun karargah kurduğu tarafa yönlenmiştir bile.Ordugaha yaklaşınca nöbetçi birlikler onu durdururlar. Suhan:
“Tiz sultana haber edesiniz. Bizans ordusunda bulunan Türk kardeşlerimiz size katılmak isterler. Bilgisi ve haberi olsun sultanımızın.”
Suhan’ın sarıklı ve sakallı görüntüsü karşısında saygıyla bekleyen askerler, sultana haber uçurmuşlardır bile. Birazdan sultanın emriyle Suhan da sultanın huzuruna getirilir.
“Söyle bakalım eren, sen nereden aldın bu bilgiyi?”
Sultanın sorusu üzerine Suhan saygıyla başını eğerek:
“Peçenek birliğinden bir elçiyle karşılaştık. Biz de elçinin elçisi olduk sultanım.”
Sultan Alparslan askerlerine dönerek:
“Aldığımız bilgiler doğruymuş, Kasım bey ve Mehmet beyler bize katılacak birlikleri karşılasınlar. Eren sen nerede yaşarsın bakalım?”
Suhan sultana doğru eğilerek:
“Suhan kulunuz şu karşı tepenin ardında ailesiyle birlikte sizin ve ordunuzun duacısıdır sultanım.”
“Öyleyse savaşın ardından bizi bul eren. Kardeşlerimiz sahipsiz değildir evelallah.”
Suhan haber vermenin ve sultanla konuşmanın mutluluğu içinde hemen oradan ayrılarak arkadaşlarının yanına tepeye doğru döner.
Tepeye ulaşınca tekrar ovayı izlemeye koyulur. Asya Suhan’ın sırtına hafifçe burarak:
“Suhan, bak ardından beş selçuklu askeri de buraya doğru geliyor.”
Hepsi birden kendilerine doğru gelen silahlı askerlere doğru bakakalırlar…
-Bölüm Sonu-
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com