Osmanlı’da tahta çıkamamak, sadece kaybetmek değildi.
Çoğu zaman bu, ya bir ip, ya bir hançer, ya da ömür boyu sürecek bir suskunluk demekti.
Ve bu kader, sanıldığı gibi yalnızca kılıç kuşanan erkekler arasında yazılmadı. Tahtın etrafında dönen en kanlı hesapların merkezinde, sarayın en sessiz koridorlarında, perde arkasında yürüyen, çoğu zaman adı bile anılmayan kadınlar vardı: şehzade anneleri.
Bu yazı, “kadınlar sarayın arkasında kaldı” diyenlere itirazdır.
Osmanlı tarihini yalnızca padişahlar ve savaşlar üzerinden okumak eksik kalır. Çünkü birçok şehzadenin kaderi, annesinin saraydaki konumuyla, zekâsıyla ve kurduğu ittifaklarla şekillendi. Tahta çıkan şehzadenin arkasında genellikle güçlü bir valide; kaybedenin arkasında ise ya sürgün edilmiş ya da sessizce unutturulmuş bir anne bulunurdu.
Bir Annenin Gücü, Bir Şehzadenin Kaderi
Osmanlı’da şehzadeler aynı babadan doğsalar bile eşit değildi. Annenin kökeni, saray içindeki itibarı ve padişahla kurduğu ilişki, çocuğun kaderini doğrudan etkilerdi. Şehzade anneleri yalnızca çocuk büyütmezdi; geleceğin padişahını inşa ederdi.
Bazı anneler oğullarını ilimle, bazıları devlet tecrübesiyle, bazıları ise doğrudan siyasetin sert diliyle donattı. Ama hepsinin ortak noktası şuydu: Taht mücadelesi, daha şehzade doğmadan başlardı.
Osmanlı’da bazı kadınlar arka planda değil, merkezdeydi. Sadece kılıç tutmadılar; ama kimin kılıçtan geçeceğine çoğu zaman onlar karar verdi.
Osmanlı sarayında bir şehzadenin doğumu, sevinçten çok hesaplaşma demekti. Çünkü her doğan erkek çocuk, başka bir çocuğun ölüm ihtimalini artırıyordu. Bu gerçeği en iyi bilenler ise annelerdi.
Şehzade annesi olmak, masum bir ünvan değildi.
Bu, ya kazanacaksın ya yok olacaksın denilen bir oyuna girmekti.
Ve oyunun kuralları şefkatle değil, soğukkanlılıkla yazılıyordu.
Bir annenin saraydaki gücü; oğlunun sancak görevini, çevresini, hatta hayatta kalıp kalamayacağını belirlerdi. Zayıf anne, ölü şehzade demekti.
Hürrem Sultan: Taht Mücadelesini Kanunlaştıran Kadın
Bu seriye herkesten önce Hürrem Sultan’la başlamak gerekir.
Çünkü o, oyunun kurallarını değiştiren, Osmanlı’da şehzade anneliğini oyunun dışından oyunun merkezine taşıyan kadındır.
Hürrem Sultan’ın meselesi yalnızca kendi oğlunu padişah yapmak değildi. O, rakiplerin sistemli biçimde tasfiye edilmesi gerektiğini gördü. Saray içi dengeleri okudu, ittifaklar kurdu, rakiplerini zamanla etkisiz hâle getirdi. Bunun bedeli ağır oldu: Şehzade Mustafa’nın ölümü.
Mustafa, ordunun sevdiği, halkın benimsediği, “tahtın doğal sahibi” görülen bir şehzadeydi. Ama annesi güçlü değildi; rakibi ise sarayın tüm damarlarına sızmıştı. Sonuç tarihin en sarsıcı sahnelerinden biri oldu.
Bu olaydan sonra Osmanlı’da kimse şunu inkâr edemezdi:
Taht, en çok annesi en güçlü olanın hakkıydı.
Kaybeden Anneler, Silinen Hayatlar
Kazananlar kadar, kaybedenler de vardı.
Ama tarih genelde kazananları yazdı.
Tahta çıkamayan birçok şehzadenin annesi, oğluyla birlikte tarihten silindi. Ya sürgüne gönderildi ya da sarayın karanlık köşelerinde unutuldu. Onların ne bir vakfı oldu ne de isimlerini yaşatacak bir mirası. Sessizce öldürülenler oldu. Adı bile anılmadan yok olup giden kadınlar…
Tarih çoğu zaman kaybedenleri sessizce gömer.
Bazı anneler oğullarının idamına tanıklık etti, bazıları ise evlatlarının ölüm haberini bile alamadan hayata veda etti. Bu anneler, Osmanlı’nın en trajik ama en az konuşulan figürleri oldular.
Evlatlarını koruyamadıkları için suçlandılar; ama çoğu zaman oyuna hiç eşit başlamamışlardı.
Valide Sultanlık: Bir Makam Değil, Bir Zafer
Osmanlı’da bir kadın için ulaşılabilecek en yüksek makam Valide Sultanlıktı. Bu makama ulaşmak ise bir annenin yıllar süren sabrı, zekâsı ve çoğu zaman acımasız kararlarıyla mümkündü. Valide olan kazanmış sayılırdı; olmayan ise tarihin dipnotuna dönüşürdü.
Bu yüzden Osmanlı sarayında annelik, sadece şefkatle değil, stratejiyle yapılırdı.
düşünerek, planlayarak ve gerektiğinde acımasızlaşarak yaşarlardı.
Merhamet, çoğu zaman mezar kazdırıyordu.
Devamında yalnızca Hürrem değil;
Devleti fiilen yöneten anne,
Kaybeden ama yön veren kadın,
Evlatlarını tahta çıkaran, bazılarını feda eden valide,
Görünmeyen anneler – Adı bile kayda geçmeyenler var…
Osmanlı’daki taht mücadelelerini anlamak için yalnızca şehzadelerin hikâyesine bakmak yetmez. Onların arkasındaki anneleri görmek gerekir. Çünkü bazen bir devletin kaderi, bir annenin doğru zamanda söylediği bir sözle; bazen de sustuğu bir anla belirlenirdi.
Osmanlı’da şehzade anneleri, ne tam anlamıyla görünürdü ne de tamamen görünmezdi. Ama kesin olan bir şey vardı:
Tahtın gölgesi, en çok onların üzerine düşerdi.
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com
