ARAYIŞ-10

Her Pazartesi olduğu gibi bugün de yatağından zinde uyandı. Yurtdışında üniversite öğrenimi gördüğü esnada onu yalnız bırakmayan amcasıyla oturmaya devam ediyordu. Erken bir saat olduğundan amcasını uyandırmadı. Kahvaltısını yaptıktan sonra hazırlandı. Amcasının resim odasının ışığı söndürülmemişti. Odayı kolaçan etti fakat kimseyi göremedi. Odada yarım bırakılmış bir tuval ve boya kutularının yanı sıra, çalışma masasının üzerinde arasında ayraç bulunan bir kitap, boşalmış çay bardağı ve ağzına kadar dolu bir küllük gözüne çarpıyordu. Amcası Aziz Nesin’in “Havadan sudan” adlı kitabını okuyordu. İki yıl kadar önce amcasına o hediye etmişti. Demek ki anca sıra gelmişti. Odanın balkon kapısı hafifçe ayrık bırakılmış olduğundan, odaya gecenin serinliği dolmuştu. Balkonun kapısını çekip Işığı söndürdü ve amcasının yatak odasına yöneldi. Akşam eve geldiğinde amcası evde yoktu. Bir davette olacağını, geç gelebileceğini haber vermişti. Kapıyı iki kere tıklattı. Biraz bekledi ve iki kere daha tıklattı. İçeriden ses seda gelmiyordu. Kapıyı usulca açıp içeriye göz gezdirdi. Amcasının yatağı düzgündü. Salonu kontrol edince amcasını uzun koltukta yatar vaziyette buldu. Telaşlanacak bir durum olmadığı için rahatladı. Amcasının yüzünde, dünyadan elini eteğini çekmiş bir adamın huzurunun resmi duruyordu. Bir battaniye getirip amcasının üzerini örttü.

         Evden çıktığında gün iyice yükselmişti. Trafikte ilerlerken, bir yandan da eskiden okuduğu bu kitabı hatırlamaya çalışıyordu. İlk öyküdeki Sadi Bey’in başına gelen Havadan sudan hikayesini bir arkadaşından dinleyince hoşuna gitmiş, sonrasında da bu kitabı almaya karar vermişti. Birisi havadan sudan bahsetti mi kaçacaksın oradan diyordu Sadi Bey. Hikâyeyi hatırlayınca gülümsedi. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra şirket binasına ulaşabildi. Emektar bina bekçisini selamladıktan sonra, asansörle odasının bulunduğu kata çıktı. Koridora girdiğinde, camlı kapıların ardındaki hararetli sohbetler sessizleşti ve herkes birer ikişer odalarına döndü. Haftanın her günü, çalışanlarının odalarına uğrayıp onlarla ayaküstü sohbet etmeyi alışkanlık haline getirmişti. Birkaç odayı ziyaret ettikten sonra Erdal’ın odasına yöneldi. İçeri girdiğinde Erdal masasında gözleri kapalı vaziyette bilgisayar başında koltuğunda oturuyordu. Masanın üzerinde bulunan kitaplar dikkatini çekti. Erdal’ın neredeyse hiç kitap okumadığını bildiğinden, biraz şaşırdı. İki kere seslendikten sonra Erdal toparlandı. “Sanırım hastalanmış.” diye düşünüp dinlenmesi için onu evine yolladı. Erdal dalgınlıktan kitapları almayı unutmuştu. Masaya oturdu ve Erdal’ın unuttuğu kitapları incelemeye koyuldu. “Cervantes’in Don Kişot’u.” İyi bir başlangıç diye düşündü. Sayfa aralarını karıştırmaya başladığında, altı çizili yerler ve sayfa kenarlarına alınmış notlarla karşılaştı. Erdal’ın el yazısına pek benzemiyordu. Kitabın ilk sayfasındaki çevirmenin el yazısıyla yazdığı notu ve atılan tarih bunu kanıtlıyordu. Birkaç dakika sonra Erdal heyecanla içeri girdi. Onu koltuğunda oturur görünce epey şaşırdı. Kitapları verip Erdal’ı tekrar yolcu ettikten sonra odasına yöneldi. Kitapta gördüğü bazı işaret ve rakamları anımsadı. Her sembolün yanı başında bir çiçek resmi bulunuyor. Rakamlar da ters duruyorlardı. Çok ilginç.” Dedi içinden. “Amcamın yüzüğündeki sembole ne kadar da benziyorlar.”

Mehmet Hüseyinçelebi

31.10.2021 Kastamonu

DEVAM EDECEK

Related posts

Leave a Comment