KÖROĞLU GÖZÜN KÖROLSUN

Ailesine ve kendisine yapılan türlü haksızlıklardan sonra Hak’ka sahip çıkmayı, adaletsizliklere engel olmayı, mazlum halka yapılan eziyetleri engellemeyi şiar edinmişti. Gariban halkın elinden gasp edilerek alınan mallarını ve paralarını zalimin elinden alır, gariplere teslim ederdi. Yoksullara yardım eder, ekmeğini paylaşırdı. Yalnız yolcuya yoldaş, kimsesize gardaş olurdu. İhtiyarın yükünü taşır, kimsesizin tarlasını bekler, öksüzlerin, yetimlerin sığındığı kimsesi olurdu. Kılıcının ve yayının gölgesi bütün mazlumların üzerine düşer, hiçbir haksızlık garipleri sonsuza kadar üzemezdi. O, zulme uğramış ve gözleri kör edilmiş bir babanın oğluydu ve “Köroğlu” namıyla ün salmıştı.ihtiyarı-genci, kadını-erkeği, öksüzü-yetimi, garibi fukarası…

Devamını oku

KAYI BOYU DAMGASI

DEVLETE ADINI VEREN KILIÇ “Demire şekil veremeyen millet odun gibi yontulmaya mahkum olur.” Demiş atalarımız. Atalarımız tarih boyunca demiri en ince ayrıntılarıyla işlemiş, ve zamanının en gelişmiş silahlarını üretmişler. Ok, yay ve kılıç başta olmak üzere Türk milletinin de askeri ruhuna şekil vermiş yüz yıllarca. Her boy kendine özgü sembolleri kullanmış ve bu sembollerini de para, silah, kilim gibi günlük hayatta kullandıkları eşyalarda da gelecek nesillere göstermişler. Osmanlı Devletini kuran boy da Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı Han’dan gelmektedir. Kayı boyunun sembolü şahinlerin en büyüğü olarak bilinen akdoğandır.…

Devamını oku

Kör Bir Adam Binmiş Kör Bir Ata Ve Sürmüş Atını Kör Karanlıklara…

ENGELSİZ DAVET Bu yaşanılanlar sadece benim hikâyem değil, benzer durumda olan yüzbinlerce engelli kardeşlerimin yaşamı da üç aşağı beş yukarı bu şekilde. Yani kişisel trajedi olarak dramatize edilecek yaşamlarımız yok! Ama bu demek değil ki her şey güllük gülistanlık! Bilakis, etrafımız kamusal kararların dışlayıcılığı ve çevremizdekilerin umursamazlığı nedeniyle örümcek ağlarıyla dolu. Engelliler hakkında konuştuğu zaman dilinden “Birlikte yaşamak, kardeşlik, dayanışma, aile, komşuluk, dostluk, iyilik, vicdan, saygı, özgürlük” vb. sözler düşmeyen politikacılar, bürokratlar ve sizler, uzandığımız her yere oracıkta takılıp kalmamıza neden olan ağlar bırakıyorsunuz. Bir başka deyişle, aslında bakıma ihtiyaç…

Devamını oku

BOZÇALI

Mayısın serin bir sabahına uyanmış al gül. Bahçeyi seyre dalmış rüzgar serin serin işlerken yapraklarına… Nazlı pembe güller, somurtan sarı güller, gururlu beyaz güller ahenk içinde dans ediyorlarmış rüzgarın şarkısıyla. Derken bahçeyi çepe çevre saran çalılar çekmiş dikkatini al gülün. Yapraklarını sallayarak ve alaycı bir ifadeyle gülerek bağırmış çalıya; “Hey bozçalı, Bu dikenler de niye; Korunacak bir gülün mü var ki senin?…” Demiş. Narin ve güzelliği dillere destan al gülden bu sözleri duyunca çalı üzülmüş, Biraz daha kararmış dikenleri bozçalının. İçini çekerek cevap vermiş güle, demişki; “Gülüm, sen yalnızca kendi…

Devamını oku

TAŞ VE KUŞ

Gecenin bir yarısıydı. Herkes uyumuş; çocuk hâlâ kitap okuyordu. Pencereden süzülen ay ışığı yüzünü yalıyor çocuğun. Uyku  mu tatlı, kitap mı, bir türlü karar veremiyor. Okuyor, okuyor, okudukça da güzelleşiyor. Ve Öyle bir an geliyor ki, kendisi de kitabın kişileri arasına karışıyor. Birilerine kızıyor, birilerinden taraf oluyor. Bir yerinde şöyle diyor kitap: – Taş kuşa değse, kuş ölür;  kuş taşa değse, yine kuş ölür… Bir türlü akıl erdiremiyor bu işe çocuk. Düşündükçe üzülüyor, üzüldükçe düşünüyor… Saatler ilerledikçe uyku bulutları iniyor gözlerine. Ve nihayet, ağlayarak; – Ama olsun, ben yine de…

Devamını oku