Sıcak yaz günlerinde rahatlamanın en iyi yollarından biridir kendini dışarı atmak ve geç saatlere kadar parklarda, bahçelerde oturmak. Peki, tek neden bu mu? Teknoloji çağında sosyalleşmenin sosyal medya aracılığı ile yapıldığı düşünülürse insanın kendi yalnızlığından kaçmanın ve yalnızlığını başkalarının yalnızlığıyla paylaşmanın görünür hale gelmesidir; parkların, bahçelerin, kafelerin geç vakitlere kadar dolu olması. Benim, bu parkta olmamın ve havuz kenarındaki masayı tercih etmemin nedeni de bu aslında. Kim demiş geceler karanlık diye? Kim demiş gece ve yalnızlık kol kola diye?
Park mesaisinin sona ermesi ile evime gitmek üzere yola çıkıyorum. Belediye otobüsleri işliyor olmasına rağmen yürümeyi tercih ediyorum. Vakit gece yarısına yaklaşırken; caddelerde, kaldırımlarda bir eli ebeveyninin elinde, diğer eli elma şekerinde olan çocuklar var. Yürüdükçe ve çocukların gözlerindeki ışıltıyı gördükçe içime bir huzur doluyor.
Çocukluğumu hatırlıyorum. Bizler bu kadar geç saatlerde dışarıda olmazdık ama yine de akşam karanlığında dışarıda olduğumuz vakitler olurdu. İşte öyle zamanlarda yürürken gözümüz hep ayda olurdu. İlk ne zaman ve nasıl fark etmiştim hatırlamıyorum ama hatırladığım ben yürüdükçe ay da yürürdü benimle birlikte. Sonra koşardım ay da benimle birlikte koşacak mı diye. Evet koşardı. Ben yürüdüğümde yürür, ben koştuğumda koşardı. Çocukluk işte. İnsan ne kadar da mâsum oluyor çocukken. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum ayı görebilmek için. Evet işte orada. Yine her zamanki gibi en ihtişamlı haliyle parlıyor.
Eve geliyorum. Anahtarımı vestiyerdeki cam tabağın içine koyuyorum ve lavaboya gidip ellerimi yıkıyorum. Cep telefonumu çantamdan çıkarıp oturma odasına geçiyorum. Tam ışığı açacakken gözüm pencereye kayıyor ve gümüş tepsi gibi parlayan ayı görüyorum. İşte yine orada. Öyle muhteşem parlıyor ki, adeta beni kendine çağırıyor. Allah’ım, bir şey bu kadar mı güzel olur? Bu kadar mı ihtişamlı, bu kadar mı göz alıcı, bu kadar mı davetkar olur? Bu davete icabet etmek istiyorum. Kanatlanıp uçmak istiyorum. Pencereye yaklaşarak cep telefonumla birkaç fotoğrafını çekiyorum sosyal medya hesabımda paylaşmak için.
Dışarıdan gelen serinlik ve ayın muhteşem görüntüsü karşısında rahatlıyorum, huzur buluyorum. Dakikalarca seyredebilirim bu muhteşem parlaklığı. Sanki ayın parlaklığı gözlerimi yıkıyor, temizliyor. Ruhum kirlerinden arınıyor.
Arkamı döndüğüm anda koltuğun üzerinde oturan küçük kız çocuğunu görüyorum. “Bir hayal görmediğim kalmıştı” diyerek gözlerimi ovuşturuyorum. “Ben gerçeğim” diyor küçük kız gülümseyerek. “Çok şükür gördün beni.” Bir an sendeliyorum ve düşmemek için pencerenin yanındaki berjere oturuyorum. Gözlerimi kapatıp başımı ellerimin arasına alıyorum ve birkaç kez derin derin nefes alıp veriyorum. Gözlerimi tekrar açıp bakıyorum küçük kız hâlâ orada. Yüzünde mahçup bir gülümsemeyle bana bakıyor. Bacaklarını karnına doğru çekip dirseklerini dizlerine koyuyor ve “Beni tanımadın mı” diye soruyor. “Ben senim, sen de bensin” diyor. Baka kalıyorum yüzüne. Gerçekten de bana benziyor. Çocukluğumun aynısı. Yüzü, gözleri, saçları, mahçup gülümsemesi, gülümserken gözlerini kısması…
Oturduğu yerden kalkıp yanıma geliyor ve kucağıma oturuyor. Minicik kollarını boynuma dolayarak “Baktım ki sen bana gelmiyorsun bâri ben sana geleyim dedim” diyor.
Üzüldüğünde, kırıldığında, kendini yalnız hissettiğinde benim yanıma gelirsin diye çok bekledim. Bekledim durdum ama sen gelmedin. insen çocukluğuna, sarsan benim yaralarımı, iyileştirsen beni kendin de iyileşeceksin aslında. Kaçma artık benden lütfen.
Allah’ım bu bir rüya mı? İnsanın çocukluğu kendisine misafirliğe gelebilir mi? Eğer rüyaysa uyanmak istemiyorum. Dakikalarca sarılmak istiyorum; yıllarca kaçtığım bu çocuğa.
Kesinlikle rüya görüyorum. İyi de eve geldiğimde yatmadım ki rüya olsun. Fantastik bir filmin içindeyim sanki. “Hey! Nereye daldın” diyen sesle kendime geliyorum. Benden kaçarken kendinden kaçtığının farkında değilsin. İşte bu yüzden geldim sana. buluşalım, buluşup birbirimizi bulalım istedim. Öyle bir bulalım ki, bir daha kaybolmayalım sarsıntılarda.