Geçenlerde bir okul ziyaretinde karşılaştığım öğrencinin sözü hâlâ zihnimde: “Hocam, insanlar birbirine çok çabuk kızıyor. Sanki herkesin kalbi daraldı.” Aslında bu cümle, bugünün gençliğinin ruh hâlini özetliyor gibi. Toplumun damarlarında dolaşan sevgi, saygı ve hoşgörü proteinleri sanki incelmiş, solmuş, denatürasyona uğramış sanki. Peki neden? Bu sorunun yanıtı, dijital çağın etkilerinden aile içi iletişime, kibir ve ego kültürünün yükselişine kadar uzanan geniş bir alanda aranmalıdır.
Dijitalleşmenin hızla hayatın merkezine yerleşmesi, gençler için büyük bir bilgi imkânı sağladı; fakat aynı zamanda duygu yoksulluğunu da beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Kısacık videoların hüküm sürdüğü bir çağda derinlikli ilişkiler kurmak maalesef zorlaşıyor. Günümüzde sevgi, artık uzun emek isteyen bir protein değil; hızlıca tüketilen ve bozulan bir duyguya dönüşmüştür. Hoşgörü ise sabır gerektiriyor, sabır da saniyelik durum akışlarına yenilmektedir. Toplumda ve ailede iletişim eski sıcaklığını kaybetmiş durumda. Aynı evde yaşayan ama duygusal olarak birbirine dokunamayan bireyler var. Anne-baba yorgun, çocuk meşgul, her şeyi ekrandan öğrenen bir nesil ortaya çıkıyor. Gençlerin ruhu başarı stresi, gelecek kaygısı, sosyal karşılaştırmalar ortamlarında görünmez bir baskı altında görüyorum. Bu ortamda sevgi yerini savunmacı bir sertliğe; saygı yerini tepkiselliğe, hoşgörü ise yerini tahammülsüzlüğe bırakıyor. Sevgi, kendiliğinden oluşmayan ve beslenmesi gereken bir duygu ancak dijital ortam bu beslenmeyi daraltıyor.
Bugünün gençlerinde sevgi ve hoşgörünün azalmasının önemli nedenlerinden biri de toplumda giderek görünür hâle gelen kibir ve ego kültürüdür. Son yıllarda kendini göster, kendini öne çıkar, hep haklı ol baskısı insanları benmerkezci hâle getirmekte ve sosyal medya bu benmerkezciliği büyümesine neden oluyor. Selfiler, beğeni savaşları, ben daha iyiyim yarışına sokuyor. Oysa Kur’an kibirli duruşun insanı küçülttüğünü açıkça bildirir: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de dağlara erişecek kadar yükselebilirsin” (İsrâ, 37). Kibir artınca empati azalır, ego büyüdükçe hoşgörü kaybolur ve gençler, kibirli modelleri (aslında model demek istemiyorum kibirli insancıkları ) gördükçe şu yanlış mesajı alıyorlar. Değerli olmak için üstün görünmelisin mesajı. Bu mesaj, sevginin köklerine dökülen asitli su gibidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) kibri insan ilişkilerinin en büyük düşmanı olarak tanımlamış olup: “Kalbinde hardal tanesi kadar îmân olan hiçbir kimse, cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hiçbir kimse de cennete giremez” (Müslim, Îmân, 148-149) buyurmuştur. Bugünün gençleri sözü, fikri, duygusu küçümsenip hakikati söyleyince duyulmaması en büyük yaradır. Kibirli yetişkinler, gençlerin kalplerinde maalesef iz bırakıyorlar. Oysa Resulullah’ın (S.A.V.) en temel ahlâkı tevazuydu. Hizmet edenle aynı yerde oturur, çocuklara selam verir, kimseyi hor görmezdi. Demek ki sevgi, tevazunun toprağında büyür, yetişir; kibirde değil.
Peki çözüm var mı? Çözümü Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in hayatında aramalıyız. Bir gencin kolundan tutup onu incitmeden, göz hizasında konuşarak yaptığı uyarıları düşünelim. Nitekim Mescid-i Nebevî’de yanlış davranan bir gence, sahabenin sert çıkışlarına karşı “Bırakın, yaklaşsın” buyurarak onu kırmadan doğrultmayı tercih etmişti. Sonra da sakin bir üslupla açıklamıştı: “Bu mescid ibadet içindir.” Sevgiyle yapılan bu düzeltme, gencin gönlünde bir iz bıraktı; zira kalpler ancak merhametle huzur bulur. Yine Üsame bin Zeyd (R.a.)’e yaklaşımı örnek verilebilir. Henüz genç yaştaydı ama Efendimiz ordu komutanlığıyla vazifelendirerek onu büyük sorumluluklara layık görmüş, ona güvenmişti. Bu yaklaşımıyladeğer verilmek psikolojisiyle gençlerin en büyük ihtiyacını karşılamış oluyor. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hoşgörüsünde ise incelik vardır. Hatası olanı dışlamaz, yargılamaz; kusuru sevgiyle sarmalardı. Onun yöntemi: İnsanı kazanmak, hatayı düzeltmekten daha değerlidir. Günümüz gençlerinin yaşadığı sanal öfke, iletişim çatışmaları, anlam arayışlarına karşı nebevî yaklaşımın sıcaklığı hâlâ geçerlidir.
Zararın neresinden dönülse kardır misali gibi aşağıda önerilerimi uygularsak problemleri ortadan kaldırmış oluruz.
Akşam sofralarını telefonsuz hâle getirerek sevgi bağlarını güçlendirmeliyiz. Anne-babaların tıpkı Efendimiz ’in genci önce anlamaya çalışması gibi dinleyen ebeveyn rolünü güçlendirmeleri gerekir. Öğretmenler nebevi bir tarzla bilgi vermenin yanında öğrencinin iç dünyasında yer açmalı eleştiri değil yönlendirme, ceza değil anlaşılma, gence sorumluluk vererek, fikirlerini önemseyerek saygı duygusunu yeniden inşa edilmesini sağlayabilirler. Gençlere ekranı yasaklamak yerine, ekran kültürünü yönetmeyi öğretmek gerekir. Dijital oruç günleri, sosyal medyaya ara verme ve çevrim dışı aile etkinlikleri hoşgörüyü artıran sağlıklı temas alanları oluşturabilir.
Bugün sevgi ve saygı bağlarının sarsılmış olması, yarının karanlık olacağı anlamına gelmez. Tam aksine, bu durum bize bir çağrı niteliğinde: Kalpleri tamir etme zamanı olduğunu hatırlatır. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) merhamet yolundan yürüdüğümüzde; gençleri anlayarak, dinleyerek ve onlara değer vererek yaklaştığımızda toplumun mayası yeniden tutacaktır. Çünkü sevgi çoğaldıkça yayılan bir ışık; hoşgörü uygulandıkça kök salan bir bitkidir. Yeter ki birbirimizi incitmeden, acele etmeden, imanla ve insanlıkla yan yana durmayı yeniden öğrenelim.
Ego küçüldükçe sevgi büyür,
Kibir azaldıkça hoşgörü çoğalır,
Merhamet arttıkça toplumsal bağlar güçlenir. Vesselam.
