Doğduğu köyünü bırakıp gitmek çok ağrına gidiyordu. Gözlerinden belli belirsiz bir damlanın ışıltısı parladı. Bir an birisi sanki onu izliyormuş hissine kapıldı. Gözlerindeki yaşlar görülmesin diye gözkapaklarını kırpıştırdı. Evin bahçesindeki taş zeminde üzerinde yavaşça avlunun kapısına doğru adım adım ilerlerken, Orada kalmak için bir bahane ararcasına etrafına bakındı. Kimsecikleri göremeyince bu boş çabadan vazgeçti. Yılların yorgunluğunu bedeninin her mafsalında hissediyor. Bavulunun ağırlığı altında adeta eziliyordu. Bakımsızlıktan avludaki taş zeminin aralarındaki boşluklardan yabani otlar fışkırmıştı. Zaten eskisi gibi işleri takip etmeyi bırakalı da epey olmuştu. Son bir yıldır eski gücünde değildi. Pehlivan gibi eski Ali Çavuş gitmiş yerine bambaşka bir adam almıştı. Halbuki geçen sene yemin etmiş, şartlar ne olursa olsun toprağımı, vatanımı bırakmam. Bir ben kalsam dahi hiçbir yere gitmem diyordu. Eşi Fatma 2 yıl önce aniden rahatsızlanmış, apar topar hastaneye götürülmüştü. Doktorlar durumunun ciddi olduğunu belirterek daha büyük bir hastanede tedavi olması gerektiğini bildirdiler. Ali Çavuş’ta bir an önce iyileşmesini istediği karısını alıp İstanbul’a geldi. Kızı ile damadı 5 yıl önce evlendiklerinden bu yana burada yaşıyorlardı. Damadı altı ay önce PTT müdürü olmuştu. Kayınvalidesi ile kayınpederini hiç sevmiyor, inşallah başımıza kalmazlar diyordu. Karısıyla kayınpederi Ali Çavuş hastane hastane dolaşırken, o kılını bile kıpırdatmadı. Neyse ki bir hastanede boş yer buldular ve tedavi başladı. Ali Çavuş köydeki evi olduğu gibi bırakıp gelmişti. Bu nedenle geri dönmesi gerekiyordu. Eşini bırakıp köyünün yoluna düştü. Her cuma günü iki kilometre ötedeki Bayram ağa köyüne namaza gider, orada bulunan muhtarın kahvesinden kızını arayıp eşinin durumunu sorardı. Bir ay önceki arayışında ise her şeyin bittiğini, artık o ela gözlü dilberini bir daha göremeyeceğini öğrendi ve adeta yıkıldı. Cenaze çok kalabalıktı, diğer köylerden gelenlerle beraber 120-130 kişi olmuştu. Son toprağı attığında dizlerinin üstüne çökerek mezara kapaklanmış, hüngür hüngür ağlamıştı. İşte o günden bu yana hiçbir şeyden tat alamaz oldu. Kime nazlanacaktı, kime şakalar yapacak, kime içini dökecekti bilemedi. Artık son bir aydır süregelen acılara son vermek istiyordu. Ev ve yanı başındaki bahçe hariç ne varsa sattı. Ben ölünce bu ev kızıma ve torunlarıma yeter diye düşünüyordu. Akşamdan haberleştiği Bayram ağa muhtarından onu arabasıyla ilçeye kadar götürmesini istemişti. Avludan çıkıp sokağı tırmandı. Anayola çıkmadan sokağın solunda bir oluk bulunuyordu. Eskisi gibi canlı akmasa da içecek kadar su vardı. Duvara zincirle tutturulmuş metal bardağı alarak doldurdu. Ağzının içi kupkuru olmuştu. Buz gibi suyu yavaş yavaş yudumladı. Susuzluğu dinecek gibi değildi. Son yudumu içtikten sonra bardağı yerine bıraktı. Ana yola ulaştığında nefes nefese kalmış, burnundan ve çenesinden ter damlacıkları dökülüyordu. Muhtarın arabası bozuk yolda ağır ağır ilerliyordu. Remzi muhtar köye yaklaşmadan kornayı 2 kez kısa kısa çaldı. Son dönemeci döndüğünde Ali Çavuş yol kenarında onu bekliyordu. Ali Çavuş’u görünce içine bir acıma duygusu doldu. Köyün ortasına kadar sürdü ve oradan dönüş yaparak Kupkuru bir ağaçtan farkı kalmayan yolcusunun yanında durdu. Yol toprak olduğundan araba her yeri tozutmuştu. Ali çavuş boğazına dolan balgamı kenardaki elektrik direğinin dibine tükürdü. Kısa bir selamlaşma ve sohbet faslının ardından muhtar bavulu aracın bagajına yerleştirdi. Ali Çavuş’ta kendini ön koltuğa bıraktı. Muhtar arabasını yine ağır ağır sürmeye devam etti. Son dönemeçle bir devir de kapanıp gitti.
Mehmet Hüseyinçelebi
2015 İstanbul