Kaptanın Mektubu 

Sevgili oğlum,

Bu mektubu sana söyleyemediğim şeyleri kağıda dökmek için yazıyorum. Bilirsin dile gelmeyene kalem dayanamaz ve yazmaya başlar…

Arnavut bir ailenin iki çocuğundan en küçüğü sendin. Sen dört yaşındaydın birde sekiz yaşında abin vardı. Seni çok seven birisiydi abin. Bu yüzden devşirme sistemine benzeyen bir sistem ile seni almaya gelen kolağası ve adamlarına  zorluk çıkarttı. Sonra bu sistemle biz seni devraldık. Üzülerek belirtmek isterim ki bunu  pek isteyerek yapmadık. Çünkü ben bir yük gemisinin kaptanıydım ve getir götür işleri ülkelere göre bazen aylarımı bazen yıllarımı alıyordu. Annen ise başkasının özellikle bir Hıristiyanın çocuğunu sorumluluk altına almak istemiyordu çünkü bu durumun ülkesine ve dinine zarar vereceğini düşünüyordu ne de olsa çocukların dini aileden sorulur. 

Bu yüzden seni günün birinde yük gemisine binerken yanıma alarak Kırgız’ların (…) yerleşkesindeki bir evin önüne bıraktım. Sanma ki bunu isteyerek yaptım. Zaten isteyerek yapsaydım şu an bu satırları içim sızlayarak yazmazdım. Bıraktığım yerleşkede çok seyrek ev vardı bu yüzden oraya güvenemedim ve bir gece  dışarıda ateş yakarak senle beraber kaldım. Ertesi gün,gün aydınlanırken nur yüzlü bir adam bana doğru yaklaştı ve uyandırmak için dürttü. Yabancı olduğumu anlamış olmalı ki nereli olduğumu sordu. Bense Horasan’dan geldiğimi söyleyip seni niçin buraya bırakmak istediğimi anlattım. (Bu nur yüzlü adamın adı da Mümin’miş). Mümin amca bu duruma çok üzüldü. Onunda bir kızı varmış adı Bekey, hiç çocuğu olmamış ve bu yüzden kocası ona kızar,hakaretler edermiş. O zaman onlara verebileceğimi söyledim. Ama bu duruma Bekey hanımın annen ile aynı tepki vereceğini ve bu sefer Müslüman çocuktansa bir Hıristiyan çocuğu üstlenmenin ona daha çok vicdan azabı vereceğini söyledi. Bunun yerine kendinin üstlenebileceğini belirterek sorumluluğu aldı. 

Burada bir şeylerin ters gittiğini sezerek yerleşkenin sistemini öğrendim Mümin amcadan. Dediğine göre burada zenginlerin sözü geçer ve Orozkul’da buranın en zenginiymiş. Birde Maral Ana adında bir buğu varmış. Buranın bir kısmı Mümin amca gibi kendilerinin Maral Ana’nın çocuğu olduğuna inanırmış. İlginç! Bir insan bir  hayvandan gelir mi? Oysa hepimiz Hz. Adem ve Hz. Havva’nın çocuklarıyız. Ama tabi önemli kişi veya varlıkları öne atarak biz bunun çocuğuyuz diyenlere gelde bu durumu anlat. Bu ilginç bilgiler bana burada bazı işlerin ters gittiğini sezdirdi. Bu yüzden seni burada bırakmakla beraber  izlemek için zaman zaman buraya geliyordum. Bu yüzden annenle anlaşamadık. Annen benim ona senden az önem verdiğimi savunarak benden ayrıldı. Bu durum beni sarssada seni gözetmekten bir an vazgeçmedim…

Mümin amcanın bahsettiği efsanevi buğular görülmeye başladı. Seninde zamanla buğulara ilginin arttığını öğrenince bunu başta sana söylemek istesem de beni görünce çıldıracağını düşünerek bunu yapmadım. Beni de babam bırakıp gitmişti ve bende onun her adını duyduğumda sinirleniyor ve bulunduğum ortamdan kaçmak istiyordum. Üvey de olsa babasının kaderi oğluna geçermiş. Bu yüzden senin de beni görünce bol bol sorguya çekeceğini ve nefret edeceğini bilerek sana görünmedim…

Bizim buradan askeri bir birliğin sizin oraya yardıma geleceğini öğrendim ve bende birliğe girdim. Evet bu yolla dokunamadım sana ama o ayağı sakat adam bendim. Bu duruma beni Kogetay adındaki abin soktu.  Abinin kolağasından intikam almak için asker olduğunu da burada öğrendim. Kamyondan dolayı değil abinin ayağıma mermi sıkmasından dolayı ayağım sakatlanmıştı. Dişimi sıktım haksız yerede olsa buna katlanmalıydım. Ne de olsa öz kardeşini alıp geri vermeyen ve bununla kalmayıp ellere veren bendim. Bu sızıma  o seni gördüğüm anlar şifa oldu. 

Bir gün seni benim yük gemime bakarken yakaladım. Beni anıyordun cansız varlıklara. Hiç arkadaş edinememiştin belli ki. Bu iki durum beni duygulandırdı ve kendimi sorguya çektim. Evlat kokusunun bu kadar acı vereceği hiç aklıma gelmemişti. Bu acıyı biraz olsun dindirmek için seni gördüğüm günler buğuların çobanı olacağıma onlara gözüm kulağım olarak bakacağıma o gün ant verdim.

Buğuların bakışları hoşuna gidiyordu çünkü onların bakışlarının altına benim yüzüm sinmişti. Hatta o güzel bakışlı geyiği (galiba Maral Ana’yı) vurmaya geldiklerinde ben onlara geri çekilmesini işaret etmiştim. Ama ne yazık ki kurtaramadım.

Değerli oğlum çok uzun yazıp başını şişirdiğim için özür dilerim. Zaman zaman yazdığım bu yazıları bir mektupta topladım. Git gide zamanımın daraldığını fark ediyor ve bu son yolculuğumu elimdeki mektubu Mümin amcaya vermek için yapıyorum. Bu mektubu sana belki verir belki vermez ama ona sana öleceğimi söylemesini istemedim. Bunun yerine yük gemisini değiştirip beyaz gemide kaptanlık yapacağımı söylemesini istedim. Çünkü ancak benim gemime baktıkça parıldar senin o kara gözlerin.

        Sevgilerimle…

BU YAZI “BEYAZ GEMİ” ADLI KİTAPTAN ESİNLENEREK YAZILMIŞTIR. KARAKTERİN BİLİNMEYEN HİKAYESİNİ KENDİMCE YORUMLAYARAK KURGULADIM. 

Related posts

Leave a Comment