Bazen durup kendi kendimize hiç sorduk mu: “Ben nasıl oldum?” diye. Sadece annemizle babamızdan mı ibaretiz, acaba.
İnsanın dünyadaki yolculuğu, gözle zor görülen bir başlangıçla başlıyor. Ama o küçücük başlangıcın içine öyle bir düzen, öyle bir plan yerleştirilmiş ki; zamanla düşünen bir akla, hisseden bir kalbe, merhamet edebilen bir vicdana dönüşüyor. Bu yönüyle baktığımızda insan, sadece etten kemikten bir varlık değil; anlam arayan bir yolcu gibidir.
Evet, bugün biliyoruz ki insanın bedeni belli aşamalardan geçerek oluşmakta ve bu, hayatın işleyen düzenidir. Ama asıl mucize, bu sürecin sonunda ortaya çıkan varlıkta gizlidir. Çünkü ortaya çıkan yalnızca bir beden değil; düşünebilen, üretebilen, sevebilen, üzülüp yeniden ayağa kalkabilen bir insan oluyor.
Bir bebek düşünün ki; konuşamaz, yürüyemez, dünyayı tanımaz. Lakin zamanla kelimeler birikir, sorular çoğalır, neden?’ler başlar ve işte tam da bu noktada insanı diğer canlılardan ayıran taraf ortaya çıkar. İnsan sadece yaşamakla yetinmez; niye geldim bu dünyaya yada niçin yaşadığını da bilmek ister. Bu yüzden insan, yeryüzünün en şerefli canlısıdır denildiğinde, bu söz boşa gitmez. İnsana akıl, vicdan, merhamet duyguları verilmiştir neden?, iyiyi kötüden ayırsın diye, başkasının acısını hissedebilsin diye, gücü yettiği hâlde incitmesin diye.
Ama gelin dürüstçe davranalım bu üstünlük beraberinde zorlu bir sınav da getirir. İnsan aynı zamanda hırslı olabilir. Bencilliğe, kibire, zalimliğe kapılabilir. Sahip olduğu gücü, doğaya ya da diğer canlılara zarar vermek için kullanabilir. Yani insan, iyiliğin de kötülüğün de kapısını aralayabilecek bir anahtarı cebinde taşıyor. Asıl mesele, o anahtarı hangi kapıya uzattığının farkında olmasıdır. Belki de yaratılışın asıl sırrı burada saklı diyebilirim. İnsan, kusursuz olduğu için değil, sorumlu olduğu için değerlidir. Yanlış yapabilme ihtimali varken doğruyu seçebildiğinde anlam kazanır ve kaybetmez. Gücü varken de merhameti tercih ettiğinde ancak o zaman insan olur.
Bugün etrafımıza baktığımızda şunu görürüz: Betonlar yükseliyor, ağaçlar azalıyor, kalpler yoruluyor. Hem bedenen hem ruhsal açılardan yorgunluklar oluşuyor. İşte tam bu noktada kendimize dönüp sormamız gereken bir soru var; Ben, bana verilen bu aklı ve vicdanı ne için kullanıyorum?. İnsanın yaratılışı eğer bir mucizeyse, insanı anlamlı kılan da bu soruya verdiği cevaptır.
Belki insan olmak, büyük laflar etmek değil, küçük iyilikleri unutmamaktır. Belki insan olmak, dünyaya hükmetmek değil, ona emanetçi gibi davranmaktır.
Sonuçta hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Aynı gökyüzünün altında, aynı sorularla yürüyoruz. Ve belki de insan olmanın en güzel tarafı şudur, her gün yeniden daha iyi bir insan olmayı seçebilme ihtimalimizdir. İşte bu ihtimal bile, sizce başlı başına bir yaratılış harikası değil mi? Vesselam
