RÂM OLMAKTAYIZ

Fatih Camisi müderrisi Mehmet Efendi’nin oğlu olması Mahmut Abdulbaki’ye, o dönemde camilerin akşam ve yatsı namazları esnasında mumlarla aydınlatılması sebebiyle “serrac”lık zevki tattırsa da kimi kaynaklar “saraç” diye okuyup onu kunduracı çırağı saymışlardır. Rakiplerinin ona “gurabzade (kargazade)” dediği yerde “serracın saraç” olarak okuması pek masum bir durumdur.

O devrin büyük şairi Zatî kırtasiyecilikle remilciliği bir arada sürdürdüğü dükkanında kendisine sunulan :

“Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer

Gûyiya mir’âta aks-i pertev-i hâver düşer”

(Ne zaman gönlüme sevgilinin yanağının hayali düşse, sanki güneş ışığı aynaya düşmüş gibi olur.)

beytini okurken muhtemelen göz ucuyla da beytin sahibini süzmüş ve bu kadar usta işi bir beyti ona yakıştıramamış olacak ki; “Başkalarının şiirlerini alıp kendisine mal etmemesini” nasihat etmiş. Fakat çok zaman geçmeden şairin hakkını vermek adına takdirini belirten tazmin (Bir şairin, başkasına ait bir mısra yahut beyti alıp kendi şiirinde aynen kullanması) yaparak hakkı sahibine teslim etmiştir.

Buralara nereden geldim?

Efendim kabiliyetimin hattı hududu sultanu’ş şuara olan Baki’yi anlatacak durumda değildir. Lakin onun kelime oyunlarına en güzel örneklerden biri olan:

“Kaş râ kadd elif dehân mîm

 Kıldın ey mâh halkı emrüne râm”

 beyitine denk gelince yazma isteği hasıl oldu.


Bu beytinde şair yarin kaşlarını Râ (ر)’ya, boyunu Elif (ا)’e, ağzını ise Mîm (م)’e benzetmiştir.Bu harflerin birleşmesinden ise râm (رام) kelimesini işaret eder.

Ve Baki’den yaklaşık 350 yıl sonra bir abide adam romanında aynı kelimeyle başlayan şu şiiri yazacaktır:

“Râm ol bana, ruhun yeni bir aleme girsin…

Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin!

Aklınla, şuurunla,hayalinle bilirsin.

Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…”

Her iki şiirde de râm; “itaat etmek yâre boyun eğmek” anlamına gelmektedir.

Râm olduklarımızın bizleri gamdan azade kılması dileğiyle…

GÜNÜN TÜRKÇESİ

Related posts

Leave a Comment