Yaşanmışlıkların yazıyla hayat buluşunu yazmak istedim bugün.
Bir şarkı, bir türkü bazen sadece bir ezgi değil; bir ömrün içinden süzülüp gelen bir nefes, bir yüreğin en kuytu köşesinde kanayan yaranın dili olur. İçinde gerçek yaşanmışlık taşıyan her söz, gönüllerden gönüllere usul usul süzülür. Her mısra, bir iğne gibi işler insanın yüreğine.
Neşet Ertaş’a sordular bir gün: “Türkülerinizde bizi içine çeken, ama adını koyamadığımız bir şey var. Bu nedir?” Bozkırın tezenesi yarı mahzun, yarı gururlu gülümseyerek cevap verdi:
“Biz çekmediğimiz derdin türküsünü yakmayız da ondan.”
İşte o anda kelimeler yeniden anlam buldu. Türküler, bir kere daha insanın içine dokundu. Bir baba ile oğulun kavgası kanlı bıçaklı değil; “Ahirim sensin” diye bir barış duası gibi kulaklardan kalbe indi. “Küsmedim Neşet’im” diyerek affın türküsü söylendi.
Yıllarca bir gazetenin şiir köşesinde okunan dizeler, okurlar şiir zannetse bile, aslında bir aşkın kalp atışlarıydı. Abdurrahim Karakoç’un “Mihriban” diye çağırdığı sevgiliye yazılmış mektuplardı bunlar. Adamdaki romantizm, gerçekten de lambada titreyen alevi üşütüyordu. Ve dahası gelmezdi.
Bir başkası, nişanlısının evinde kalacak yer bulamayınca bahçede yatarken şu dizeleri yazdı:
“Bir gece yar hanesinde yastığım bir taş idi,
Üstüm yağmur, altım çamur, ama gönlüm hoş idi…”
Sokakta yatıyordu belki, ama kızmadı, darılmadı. Yalnızca çok sevdi.
Uçak düştü; sevdiğini yitirdi minik serçe… Ve “Gurbete giden dönmez mi bilirim” diyerek acısını şarkıya kattı.
Bir başka adam ise aşkına karşılık bulamayınca adından bir harfi silip kalemini kanına buladı:
“Biliyorum sana giden yollar kapalı.
Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni.”
Ve Aşık Veysel… Terk edilip gittiğinde sevdiği, ayakkabısına iliştirdiği notta şu sözler yazılıydı:
“Güzelliğin on para etmez,
Bu bendeki aşk olmasa…”
Leyla ile hayat bulmuştu garibinn neredeyse tüm türküleri.
Ve mona diyerek haykırmıştı sezai karakoç aşkın imkansızlığını.
Yâre söyleme türküsünü bilir misiniz? Bekir Balaban sevgilisinden zorla, yalanlarla koparıldığında kaleme almış bu dizeleri.. Ve musa Eroğlu eşsiz bağlamasıyla kulaklarımıza, gönlümüze sunmuş.
Ve Çanakkale türküsü… onlarca şehidin ardından yazılmış bir ağıt. Eşsiz bir acı, unutulmaz bir destanın öyküsü.
İşte bütün bunlar, yaşanmışlığın kalemden akışıdır. İnsanın içini hem ısıtır, hem ıslatır. Çünkü her biri, bir yüreğin gerçeğidir.
Ve yazılanları yüreğimizde farklı kılan, yaşanmışlıklarıdır.
MİİSAFİR YAZAR ESMA SÜLÜ‘NÜN KALEMİNDEN