YIKINTILI HAYATLAR

Geçtiğimiz günlerde, büyük depremin izlerini hala taşıyan bir ilimize gittim. Her köşesi tarih, kültür ve vefa kokan bu güzel şehre adım attığımda, hissettiklerim bugüne kadar gezdiğim hiçbir şehirde yaşadıklarıma benzemedi. Çünkü bu ilimiz sadece şehir değildi; bir yaraydı, bir hafızaydı, bir sabır sınavıydı. Burası hâlâ yaralıydı… Binalar gibi insanlar da yıkılmıştı.

2020 ve 2023 yıllarında yaşanan o büyük sarsıntıların ardından yıllar geçmesine rağmen etkisi hala devam ediyor.  Yıkılan binaların yerine yapılan inşaatlar yükseliyordu ama hâlâ toz toprak içinde yürüyen insanların bakışlarında, yaşadıkları acının ağırlığı vardı. Bir zamanlar çocuk kahkahalarının çınladığı, komşulukların yaşandığı sokaklar şimdi gri, yorgun ve umutsuzdu. İnsanlar dalgın dalgın yürüyordu. Biriyle göz göze geldiğinizde hemen fark ediyorum; gözler dolu ama yaş yok. İçlerinde fırtınalar kopsa da artık ağlamaya dahi mecâlleri kalmamış gibiydiler.  Bazı insanlarda yaşam kalitesi düşmüş, maddi yoklukların yanında, içlerindeki güven duygusunun yerle bir olmuş. Herkesin gözünde aynı cümle var: “Bir daha olur mu?” Bu soru, akıllardan silinmiyor. İnsanlar sadece evlerini değil, hayallerini de kaybetmiş bir halktan söz ediyoruz.

Depremin üzerinden zaman geçmiş olabilir. Belki takvim yaprakları başka bir yılı gösteriyor. Ama bu şehirde zaman durmuş gibiydi.

Bir parkta yaşlı bir teyzeyle sohbet ettim. “Evimiz yığıldı evladım,” dedi. “Ama bi ev yıkılmadı ki, biz de yıkıldık… İnsanın içi de yıkılır mıymış? Vallahi yıkılıyormuş… Ev gider, mal mülk biter… Ama huzur gidince, hiçbir şeyin tadı kalmıyor yavrum.” “Eskiden bi çay koyardım, hele sabah namazından sonra… Kokusu bile yeterdi içimi ferahlatmaya. Şimdi çay da içilmiyor evladım… Elim gitmiyor, gönlüm istemiyor.”

İnşaat sesleri her yerde… Kazmalar, vinçler, kamyonlar… Ama ne kadar bina yapılırsa yapılsın, yüreklerdeki boşluk henüz onarılmış değil. Ve belki de en zoru bu; çünkü yıkılan bir binayı yerine koymak mümkündür ama yıkılan bir hayatı, bir hafızayı, bir güveni yerine koymak yıllar aalmaktadır.

Bu şehir bize sadece bir doğa olayının değil, ihmalkârlığın, umursamazlığın, hazırlıksızlığın da neye mâl olduğunu haykırıyor. İnsanlar burada sadece depremin değil, ihmâlin enkazı altında da kalmışlar. Unutulmak, yalnız bırakılmak, kaderine terk edilmek… Bunlar en az sarsıntı kadar yıkıcı olmuş. Ama hâlâ bir yerlerde filizlenen umutlar da var.

Bu yazıyı okuyan herkese seslenmek isterim: Deprem sadece sarsmaz, öğretir de… Bize düşen bu acılardan ders çıkarmak, yaşananları unutmamak ve daha bilinçli bir toplum olmak. Bu şehir sadece bir enkaz alanı değil, aynı zamanda insan ruhunun dayanıklılığına dair bir ders kitabının satırları gibiydi.

Unutmayalım, bu şehir hâlâ ayakta. İnsanlarıyla, acılarıyla, umutlarıyla… Onlara yalnızca beton değil, sevgi, ilgi ve empatiyle de destek olmamız gerekiyor. Çünkü bir şehir sadece binalarla değil, yaşadığı acıları paylaşan insanlarla yeniden inşa edilir.

Related posts

Leave a Comment