Bölüm 18:
“Eğitim Sisteminin Ve Adaletin Temeli Nedir?”
Aytunç bakışlarını dikkatle Akşemseddin hazretlerinin üzerinde gezdirirken:
“Sizin gibi tarihî öneme sahip bir şahsiyetin karşısında olmak bile bizim için gurur verici efendim.”
Diyerek konuyu farklı mecralara çekmek istese de Akşemseddin’in:
“Erenler! Biz de herkes gibi Allah’ın bir kuluyuz. Kapımız dost kapısıdır. Hem tarih’i öneme sahip olmak bizim elimizde değildir. Fatih gibi sultanlara yaraşır bu. Hem gelecek tarihin hakkımızda ne söyleyeceğini biz bilemeyiz. Yoksa bilir miyiz?”
Diye sorması üzerine herkes birbirine bakakaldı. Oğuz arkadan Suhan’ın beline doğru bir pandik atarak onu konuşturmaya çalıştı. Suhan da:
“Aman efendim. Biz tarihin sizleri en güzel şekilde anlatacağından eminiz. Yaptıklarınız bunun en büyük ispatıdır zaten.”
Asya da omuzuna düşen örtüsünü eliyle düzelterek:
“Hem mikrobun varlığından tarihte ilk kez bahseden de sizsiniz. Tıp alanındaki çalışmalarınızı cümle alem biliyor.”
Akşemseddin anlamamış bir tavırla Asya’ya dönerek:
“Mikrobun mu? Nasıl yani, nedir o?”
Asya hem gülümseyip hem de gözlerini biraz daha açarak:
“Efendim! Şu hastalıklara sebep olan ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan zararlı varlıklar varya onlar işte.”
Akşemseddin şaşkın şaşkın onları dinlerken Oğuz araya girip:
“Arkadaşlar! Mikrobun varlığından ilk kez bahseden İbn-i Sina değil miydi yahu? Hani şu avrupalıların Avicenna dedikleri Türk büyüğümüz.”
Akşemseddin ciddileşerek önce Suhan’a, sonra sırayla herkese bakarak:
“Erenler! Anlaşılan sizler çok sırlı insanlarsınız. Zira benim bile kimseyle henüz paylaşmadığım bilgilerimi kitaplardan okumuş gibi biliyorsunuz. Sultanımız da mutlaka sizinle görüşmek isteyecektir.”
Bu sefer Asya şaşkın bir ifadeyle Akşemseddin’i süzerek:
“Okumuş gibi olur mu canım. Zaten okuduk ki biliyoruz.”
Akşemseddin yanındakilere işaret ederek aceleyle çadırdan ayrıldı. Suhan ve Aytunç bir Oğuz’a bir Asya’ya bakıp sustular. Alper sessizliği bozarak:
“Arkadaşlar galiba istemeden şu an bulunduğumuz zamanın dışındaki bilgileri paylaşıyorsunuz. Ki ben bile bazılarını anlamış olmakla birlikte çoğunu bilmiyorum. Keşke imkanım olsa da gelecekteki bütün kitapları okuyarak kendi yaşadığım döneme geri dönsem.”
Bu arada çadıra iki yeniçeri girer. Dışarıda da bir kaç yeniçeri görünmektedir. İçeri ilk giren uzun boylu yeniçeri sırayla hepsinin yüzüne bakarak:
“Sultanımız Mehmed Han hazretleri sizleri huzuruna bekliyor. Hadi gidelim.”
Diyerek çadırın çıkışını gösterir. Arkadaşlar birbirlerinin yüzüne ‘Yapacak bir şey yok.’ Anlamında bakarak çıkarlar.
Sultanın çadırı oldukça büyük ve heybetlidir. İçeri girdiklerinde Sultan Mehmed, Akşemseddin ve yanlarında ilim adamları oldukları hallerinden belli olan üç kişi daha vardır.
Akşemseddin sultanın karşısında bir yer göstererek:
“Buyrun erenler, sultanımız sizinle sohbet etmek istediler.”
Sultanın karşısına önde Suhan, Oğuz ve Alper, arkada Aytunç ve Asya olacak şekilde otururlar.
“İlim ehli olduğunuzu duyduk.”
Diyen sultan bir süre Alper’i dikkatle izleyerek:
“Senin yüzün çok tanıdık geliyor. Çok garip.”
Der ve bir süre susar. Gözlerini Suhan’a diktiği anda Suhan başını eğerek:
“Hakanım! Sizin ilme ne kadar çok önem verdiğinizi biliriz. Yaptırdığınız medresede verilecek eğitim için devlet bütçesinden çok büyük bir miktarı ayırmanız da bunun göstergesidir.”
Sultan Suhan’a kartal bakışlarını diker ve:
“Söyle bakalım ne kadar ayırmışız bütçeden eğitim için?”
Suhan hafif sağına soluna bakındıktan sonra:
“Sultanım akçe olarak miktarını bilemem ama bütçenin üçte birini buna ayırmayı planlamışsınız.”
Sultan Mehmed yanında oturan ilim adamlarına dönerek:
“Henüz yaptırmadığımız medresede eğitime ne kadar pay ayırmamız gerektiğini anlamışsınızdır umarım. Bu adamlar boş değiller lalalar.”
Sultan Mehmed yüzünde bir gülümseme ile tekrar Suhanlara döner:
“Bizi başka nasıl bilirsiniz erenler, başka neler yapmamızı tavsiye edersiniz?”
Suhan ve Alper Oğuz’a dönerler. Bakışların kendi üzerinde olduğunu fark eden Oğuz başını hafifçe eğerek:
“Aman sultanım. Adaletiniz meşhurdur. Tüm insanlığa örnek olacak bir adalet anlayışınız vardır biliriz.”
Sultanın bakışlarında bir an bir tereddüt belirir. Oğuz’a doğru sağ elini kaldırarak:
“Neden böyle söyledin eren? Adaletimizden bir şüphen mi var? Kadılarımız şeriata uygun hareket ederler.”
Asya eliyle sağ dizine burarak:
“Sultanım, sizin adaletinizi duymayan kalmadı. Hani şu rum mimara Fatih Camii ve külliyesinin yapılması görevini vermiştiniz de caminin kubbesinin Ayasofya’nınkinden büyük ve yüksek olmasını istemiştiniz. O rum mimar da sizden habersiz ve izinsiz olarak sizin Mısırdan getirtmiş olduğunuz sütunları kestirerek Ayasofya’dan büyük olmasına engel olmuştu. Sonra siz…”
Sultan hiddetlenerek ve birden ayağa kalkarak:
“Ne diyor bu hatun bre? Çabuk atımı getirin gidip yerinde inceleyelim şu hatunun dediklerini. Doğruysa elimden çekeceği var o mimar başının.”
Sultan ve yanındakiler aceleyle çadırdan çıkarlarken Asya Aytunç’a dönüp:
“Yahu daha anlatmayı bitirmemiştim ki. Neden gittiler bunlar anlamadım.”
Suhan arkadaşlarına dönerek:
“Arkadaşlar, hemen ayrılalım buradan. İşin ucu bize dönmeden güvenli bir yere gitmeliyiz.”
Akşemseddin çadırın çıkışında durmuş ve onları seyretmektedir.
–Bölüm Sonu–
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com