Bölüm 19:
“Kaderden Kaçmak Yolculuğun Sonu Mu Olacak?”
Çadırdan çıkmış tam giderlerken Akşemseddin onlara dönüp:
“Erenler! Siz gerçekten nereden gelip nereye gidersiniz?”
Suhan edeple başını öne eğerek:
“Efendim, biz de herkes gibi bu zamanın yolcularındanız.”
Bu arada Asya başını sağa sola sallayıp Akşemseddin’e dönerek:
“İyi de sultan neden sohbet ederken birden kalkıp gitti? Daha anlatacaklarım bitmemiştiki…”
Aytunç Asya’yı arkasından iterek Suhanların yürüdükleri yöne doğru götürdü.
“Asya hadi gidiyoruz. Arkadaşlara yetişelim.”
Asya mahcup bir gülümsemeyle arkasına dönüp Akşemseddin’e bakarken Akşemseddin hazretleri de onlara bakıp hafifçe başını aşağı yukarı sallıyordu.
Suhan önde, arkadaşları arkada hızla uzaklaşırlarken Alper biraz daha hızlanıp Suhan’a yaklaşarak:
“Kardeş, şehrin her taraflarında hareketlilik var. Yeniden bir şehir kuruluyormuşçasına insanlar çalışıyorlar. Bir ağaçlık, bir bahçe gibi bir yer bulup oturalım. Ne yapacağımızı planlayalım. Yeniçerilerin de dikkatini çekmemiş oluruz. Yoksa ortalık yerde kalırsak bulurlar, alıp götürürler bizi.”
15 – 20 dakikalık bir yürüyüşün ardından bolca ağaçlarla çevrili bir çayırlık bulup oturdular. Ağaçlar sayesinde çevreden gizleniyorlar, burada oldukları da fark edilmiyordu.
“Ne yapacağız şimdi? Bir yolunu bulup kendi zamanlarımıza dönsek iyi olacak sanki…”
Oğuz’un bu düşünceli sözleri üzerine Alper sağ elinin dışıyla sol avuç içine burarak:
“Yahu arkadaşlar bunu en çok isteyen benim biliyorsunuz. Şu gelişmiş makinalarınızı çalıştırsanız da herkesi kendi zamanına ve kendi evine gönderseniz artık.”
Asya gözlerini kısarak Alper’e döner:
“Aslında turistik bir Türkiye turu atıyor gibiyiz. Zevkli de geçiyor. Daha farklı bir zamana gidebiliriz.”
Aytunç gülerek Asya’ya bakar:
“Asya, biz senin sayende Karadeniz turuna çıkmış gibiyiz yahu.”
Alper ve Asya anlamamış gibi birbirine bakınırken Suhan, Oğuz ve Aytunç gülerek dizlerine vururlar. Bu arada Suhan sürekli tabletine bakıyor, kristal piramitleri yanyana koyuyor, kuvars taşlarını bir koyup bir kaldırıp denemeler yapıyordu.
“Arkadaşlar, deniyorum ama birşeyler eksik gibi. Manyetik alan bir türlü oluşmuyor. Kafamı toparlayamadım.”
Bu arada bulundukları bölgeye yaklaşan askerlerin seslerini duyarlar. Çevrelerini inceleyerek gelen askerlerin kendilerini aradıklarından şüphelenince Suhan arkadaşlarını uyarır:
“Herkes hemen ağaç gölgelerine gelecek şekilde çayırların arasına yatsın ve ses çıkarmasın. Benden uyarı gelene kadar kıpırdamayın.”
Hepsi sessizce Suhan’ın dediklerini yaparlar ve beklemeye başlarlar. Bulundukları yer yoldan yaklaşık bir metre kadar aşağıda ve yüksek çayırlarla kaplı olduğundan rahatlıkla gizlenebilmişlerdir. Ağaçların gölgeleri de ayrıca gizlenmelerine imkan sağlamıştır.
Askerler kendi aralarında;
‘Doğan ağanın kesin emri var. Onları buluncaya kadar arayacağız. Bu tarafa doğru gitmişler. Biraz daha hızlanırsak onları yakalayabiliriz. Onları aradığımızı bilmedikleri için saklanmazlar ama yine de etrafa bakarak hareket edin…’
Birkaç asker ağaçların arasından çayırlık bölgeyi inceleyip yollarına devam ederler. Gittiklerinden emin olunca Suhan:
“Arkadaşlar kalkalım. Güvendeyiz artık.”
Hepsi kalkarak bu defa daha yoğun ağaçların arasına giderek oturup konuşmaya başlarlar.Suhan arkadaşlarını meraklı gözlerle süzerken Asya sağ elini çayırların üzerinde gezdirerek:
“Eee! Şimdi ne yapacağız?”
Diye sorar. Herkesin sus pus olduğu bir anda Aytunç elini Asya’ya uzatarak:
“Ben biliyorum galiba. Asyacım şu çantanı verir misin bi?”
“Benim çantamla ne işin var ki? Allah Allah!”
Diyerek çantayı da Aytunç’a uzatır. Aytunç çantayı açarak içinden bir mektup çıkarır. Açıp okumadan mektubu doğruca Suhan’a uzatır. Suhan şaşkınlıkla üzerinde ‘Asya, başınız sıkışınca bu mektupta yazanları yapın.’ Yazan mektubu açarak okumaya başlar.Okuyup bitirince mektubun arkasını çevirip bakar ve:
“Hadi arkadaşlar gidiyoruz. Acele edelim.”
Herkes toparlanıp Suhan’ın peşinden yürümeye başlarlar. Suhan elindeki mektubun arkasında yer alan haritaya göre hareket etmektedir. Harita Karadeniz kıyısında bir noktayı göstermektedir. Rumeli Hisarı’nın ihtişamını uzaktan seyrettikleri yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra haritanın işaret ettiği noktaya ulaşırlar. Kayalıkların hakim olduğu sahil şeridinde bir süre yürüdükten sonra kıyıya çekilmiş bir kayığın yanında dururlar. Suhan önce kayığın içini kontrol eder. Bir bez torba çıkarır ve açar. İçinden çıkan balıkçı kıyafetlerini arkadaşlarına dağıtır.
“Şunları giyelim de gidelim artık.”
Asya elindeki balıkçı kyafetine bakarak:
“Bunun bayanlar için olanı yokmuymuş yahu. Bana da mı erkek kıyafeti koymuşlar?”
Herkesin yüzündeki gergin ifadeyi görünce;
“Tamam tamam. Giyiyorum. Anladık bayan olduğumun belli olmaması gerekiyor galiba.”
Diyerek giyinir. Suhan kendi çantalarını da tek tek kayığa yükledikten sonra kayığın iplerini çözerek suya indirir. Hepsi kayığa bindikten sonra Aytunç sahil boyunca kürek çekmeye başlar. Suhan kayıkta bulunan ve kendileri için hazırlanmış olan yiyecekleri de arkadaşlarına dağıtır.
“Merak ediyorsunuz biliyorum.”
Diyerek arkadaşlarını süzer.
“Yine benden gelen bir mektup. Karadeniz’in boğazla birleştiği noktaya doğru gideceğiz. Bizim için gerekli olan manyetik alan bu bölgede olacak. Kristal piramitlerin parlamaya başlaması da bu alanı bulduğumuzu gösterecek. Harita falan herşey hazır. Yine bizi kurtaran bir olayla karşı karşıyayız. Yalnız mektup neden Asya’ya yazılmış onu anlayamadım.”
Asya Suhan’a göz kırparak:
“Kadın olduğum için olabilir mi? Olurya mektup sizde olsaydı ve yakalansaydınız işimiz zordu. Ama biz kadınları bu dönemde aramazlar diye bana vermiş olmalı.”
Asya’nın bu sözleri üzerine herkes susarak yemeklerini yemeye devam ederler. Bu arada kürekleri Alper almış, Aytunç da bişeyler yemektedir. Kristal piramitlerin parlamaya başlaması üzerine Suhan:
“Kıyıdan biraz daha uzaklaş. Manyetik alanı bulduk. Sanırım açıkta daha etkili olacak.”
Kristal piramitleri ellerine almış beklerlerken Suhan da tabletten programı açmış ayarlarını yapıyordu. Kristalller gittikçe daha fazla parlamaya başlamışlardı. Suhan kayığın uç kısmına geçerek tableti kaldırıp beklemeye başladı. Hafif yeşil bir ışık ortalığı kaplamıştı ki patlayan bir top sesinin ardından bir top güllesi kayığın üç metre kadar yanına düştü. Kayıkla birlikte içindekiler de sallanmaya başladılar. Bir beyaz, bir mavi, bir yeşil ışık ortalığı kaplıyor, Karadeniz’in üstünde uzaktan seyretmesi zevkli ve güzel olan renkli ışıklar dans ediyordu.
Bu arada bir top patlaması daha duyuldu ve kayığın üç metre kadar yakınına yine bir gülle düştü.
–Bölüm Sonu–
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com