Bölüm 20:
“Akdeniz Türk Denizi Olurken Zafer Nasıl Kazanılacak?”
Üzerinde beş leventin bulunduğu büyükçe bir kayık boğazın Karadeniz ile birleştiği noktaya doğru hareket ediyordu. Parçalanmış birkaç tahta parçası suyun üzerinde serseri bir mayın gibi dolaşıyordu. Askerlerden birisi suya elini uzatarak bir metrelik tahta parçasını eline aldı.
“Arkadaşlar! Kayığı tam isabet vurmuşuz. Bakın parçaları sularda dolaşıyor.”
Arkadan bir asker de suya bir batıp bir çıkan uzunca bir küreği çekerek çıkardı.
“Evet. Bakın kayığın küreği de burada. İçindekilere ne oldu acaba?”
Ön taraftaki asker denizin yüzeyini 180 derecelik bir açıyla gözlemledikten sonra:
“Sanırım hepsi de öldü. Şimdi geri dönüp ağamıza bilgi verelim.”
Kırık kayık parçalarını ve küreği kayığın bir kenarına koyduktan sonra dönerek kıyıya doğru kürek çekmeye başladılar. Kıyıda ise üç yeniçeri dikkatle kendilerine doğru gelen kayığı seyrediyordu. Kıyıya 4-5 metre kala en önde oturan yeniçeri ayağa kalkarak kıyıdaki ağasını selamladı. Kıyıya yanaşınca kayıktan atlayarak yanlarına geldi.
“Ağam, boş kayığın parçalarını bulduk. İçindekilerden bir iz yok. Karadenizin hırçın dalgaları onları da yutmuş olmalı.”
Doğan ağa gelen askerleri bir süre süzdükten sonra:
“Garip, çok garip. Kayığı vurduk ama içindekileri bulamadık. Neyse siz kıyı birliklerine haber bırakın. Yakında cesetleri kıyıya vurur nasıl olsa.”
Yeniçeri ‘Tamam ağam.’ Diyerek yanındakilerle birlikte oradan uzaklaştı.
Suhan yavaş yavaş gözlerini açarak etrafına bakınmaya başladı. Arkadaşları da kendi gibi yerlere serilmiş kalın örtülerin üzerinde yatıyorlardı. Aytunç’u elleriyle dürterek:
“Kalkın ula! Nerdeyiz biz?”
Diye seslendi. Hepsi yavaş yavaş gözlerini açarlarken bir yandan da bulundukları mekanı anlamaya çalışıyorlardı.
“Reise haber verin! Kendilerine geliyorlar.”
Diye bir bağırma duyuldu. Ardından bir koşuşturma başladı. Tahta duvarlarla çevrili bir odanın içinde ayağa kalkarak kendilerini bekleyen olayları anlamaya çalışıyorlardı. Odaya kırklı yaşlarda, sevimli yüzlü ve kızıl sakallı bir adam girdi. Yanında dört de asker vardı. Denizci oldukları kıyafetlerinden belli olan askerlerin başındaki reisleri kalplerini ısıtan yumuşak bir ses tonuyla:
“Kalyonumuza hoşgeldiniz. Lakin bu kadar askerimin arasından nasıl gizlice geçip de bu kadar süre saklanabildiniz öğrenmek isteriz. Zira biz kıyıdan ayrılalı günler oluyor. Anlatın bakalım?”
Hepsi önce birbirinin yüzüne sonra da ortak karar almış gibi Suhan’ın yüzüne bakmaya başladılar. Suhan önce sağa sola bakınıp pencereden de direkteki Osmanlı flamasını gördü. Sonra sakalları kınayla kızıllaşmış olan reise dönerek:
“Efendim, siz Barbaros Hayrettin Paşa mısınız? Biz de kendimizde değildik. Neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz.”
“Bize leventlerimiz Hızır reis de derler. Siz Türk müsünüz? Davetsiz de olsa misafirimizsiniz artık.”
Aralarında bulunan Asya’yı da fark eden Barbaros, eliyle askerlerine bir işaret yaparak oradan çıkar.Askerler aceleyle koşuşturmaya başlarlar. İki asker ellerinde taşıdıkları yiyecekleri hemen bir yer sofrasına dönüştürerek:
“Buyrun! Hızır reis karınları açtır, doyursunlar da öyle sohbet edelim buyurdu.”
Diyerek yanlarından ayrılır. Sofraya oturup karınlarını doyururken aralarında da konuşmaya başlarlar.
“Anlaşılan Kanuni dönemindeyiz ve Akdenizde geziyoruz.”
Oğuz’un sözlerine Aytunç gülümseyerek:
“Hızır reis Yavuz Sultan Selim döneminden beri vardı. Ya 1. Selim dönemindeysek?”
Diye soruyla karşılık verir. Suhan araya girer:
“Hayrettin paşa ünvanını Kanuni Sultan Süleyman vermiştir Hızır reise. Asıl önemli olan şu an hangi tarihteyiz ve hangi olaylara şahit olacağız. Ve daha da önemlisi eşyalarımız neredeler. Eğer tabletimizi falan bulabilirsek herşeyi anlayabiliriz.”
Biraz sonra bir levent gelerek:
“Hızır reis sizleri kamarasında bekliyor.”
Dedi. Suhan gelen levente dönerek:
“Acaba kardeş bizim bazı eşyalarımız vardı. Çantalar falan. Onlardan bir bilginiz var mı?”
Levent gülümseyerek:
“Haa, evet onları kontrol ettik kişisel eşyalarınız ve bazı anlamadığımız şeyler vardı. Silah falan olmadığı için reis sizlere teslim edebileceğimizi söylemişti. Durun getireyim.”
Hepsinin de yüzünde bir gülümseme belirdi ve rahatlamış bir ifadeye büründüler. Levent ellerinde onların çantalarıyla geri döndü ve yanlarına bıraktı.
“Siz işinizi halledin de reisin yanına gidelim.”
Diyerek dışarı çıktı.
Suhan hemen çantasından tableti çıkararak bakınmaya başladı.
“Arkadaşlar, en son kayıktayken elimdeydi bu tablet. Nasıl çantaya girdi bilemiyorum ama şükür ki bir şey olmamış ve çalışıyor.”
Herkes merakla Suhan’ın yüzüne bakarken neler söyleyeceğini de endişeli vir tavırla bekliyorlardı.
“Arkadaşlar, tarih 28 Eylül 1538. Bu tarih size bir şey hatırlatıyor mu?”
Asya şöyle bir çevresini kontrol ettikten sonra:
“Dünya Denizcilik Günü galiba.”
Oğuz ablasının dizine burarak:
“Abla evet doğru söylüyorsun ama bugünün tarihi Osmanlının en önemli deniz savaşlarından birinin tarihi. Preveze deniz savaşı bugün oldu. Ya da olacak.”
Suhan arkadaşlarına dönerek:
“Bunu birazdan anlayacağız. Barbaros Hayrettin paşadan hepsini öğreniriz artık.”
Diyerek kaptanın kamarasına doğru hareketlendiler. Hızır reis kamarasındaki masanın başında onları bekliyordu. Tek tek masaya oturarak Hızır reise döndüler.
“Anlaşılan o ki sizleri biz denize açılmadan önce bayıltıp kalyonumuza yerleştirmişler. Anlamadığım tek şey bu kadar uzun süre yemeden içmeden nasıl dayandınız. Düşman da olmadığınıza göre bizim için sorun yok.”
Suhan Hızır reise dönerek:
“Efendim bizim duyduğumuza göre haçlı kafirleriyle savaşmaya gidiyordunuz. Neticesini hepimiz merak ediyoruz.”
Dedi. Hızır reis sağ elini yumruk yaparak kalbinin üzerine koyarak:
“Gayemiz budur. Haçlı kafirleri Andrea Doria komutasında bir donanmayı Akdeniz’e çıkarmış. Henüz karşılaşmadık ama; reislerim, 122 adet kadırga ve kalyonumuz, 366 topumuz, 3000 yeniçeri ve 8000 levendimizle birlikte hepsinin de haklarından geliriz evelallah.”
Oğuz heyecanla atılarak:
“Ama onların da 112 kadırgası, 50 kalyonu, 140 barkası, diğer gemileriyle birlikte tam 608 gemisi, 2594 tane topu ve 60.000 askeri var. Tüm bunlara rağmen büyük bir zafer kazanacaksınız.”
Barbaros Hayrettin paşa hayretler içinde Oğuz’un yüzüne bakarken:
“Bu bilgileri kimden ve nasıl aldınız? Doğru mu bunlar? Ona göre taktik geliştirmeli ve hazırlık yapmalıyız.”
Masanın karşı köşesinde sessizce oturan Asya söze girerek:
“Sizin nasıl bir denizcilik dahisi olduğunuzu herkes biliyor. Gemileri ağırlıklar ile su seviyesinin altına indirerek gözden kaybolmuş gibi yaparak düşman gemilerinin geçişlerinin ardından tekrar su üstüne çıkarmanız, dar ağızlı koyların girişlerini kapatarak gemilerinizi bulundurduğunuz koyları gizlemeniz, hepsi bir harika. Ama en harikası şu Adriyatik denizinde Andrea Doria’nın donanmasını yok etmeniz. Kara savaşlarında uygulanan ‘Hilal Taktiği’ni denizde uygulamak kimsenin aklına gelmezdi. Siz gerçekten usta bir denizci, olağan üstü vir dahisiniz.”
Hızır reis ayağa kalkarak:
“Düşman donanması Adriyatikte mi şimdi? Yaklaşık bir saatlik mesafedeyiz.”
Diyerek kamaranın dışına doğru seslenerek:
“Çabuk diğer reisleri çağırın, düşman donanmasıyla karşılaşmak üzereyiz. Bir divan kurup tavsiye edilen ‘Hilal’ taktiğini değerlendirelim.”
–Bölüm Sonu–
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com