Bölüm 22:
“Köpüklü Türk Kahvesi Nasıl Ortaya Çıktı?”
Alper şaşkınlık içerisinde başını sallarken Suhan’a:
“Abi herkes neden gülüyor? Ne yazıyor burada? Sen bir okuyuversen de ben de anlasam.”
Diye sordu. Aytunç tableti eline alıp Alper’e dönerek:
“Emanetler elimde kaldı. Gemiye yetişemedim. İstanbul’a dönünce ben sizi bulurum.”
Diye okudu. Herkes sakinleşmişken bu sefer de Alper gülmeye başladı.
“Dönüp dolaşıp İstanbul‘a gidiyoruz.Sultan Süleyman’ı da görecek miyiz acaba…”
Asya denizdeki neşeyle zıplayan yunuslara bakarken:
“Evet gidiyoruz ama her seferinde farklı zamanlara. Bir türlü kendi zamanlarımızı tutturamadık.”
Bu sırada bir levent onlara doğru yaklaşmaktadır. Garip bakışlarını Suhan’ın üzerinde gezdirdikten sonra:
“Hızır reis yolladı beni. Bir isteğiniz olup olmadığını soruyor. Bir de buyursunlar birşeyler içelim diyor.”
Asya şöyle bir denize göz gezdirdikten sonra levende dönüp:
“Köpüklü bir Türk kahvesi de çok iyi giderdi şimdi…”
Levent bir an duraklayıp:
“Ben hemen iletiyorum efendim.”
Diyerek yanlarından ayrıldı. Suhan’ın;
“Hadi arkadaşlar Hayreddin paşayı bekletmek olmaz.”
Demesiyle birlikte paşanın kamarasına doğru yola çıktılar. Hayreddin paşa ayakta bekliyordu onları. Asya’ya doğru yüzünü dönerek:
“Hoşgeldiniz. Kardeşim sen Türk kahvesi istemişsin ama bizde hac yolunda çobanların kaynattıkları kahve çekirdeklerinden var. Köpüklüsü nasıl olur bilemiyorum. Hemen kaynatsınlar levendlerime söyleyim.”
Asya heyecanla:
“Aman paşan. Çekirdekleri varsa müsaade edin ben hazırlayayım bir köpüklü Türk kahvesi. Onlar nerede yapacağımı göstersinler yeter.”
Paşa levendlerinden birine bakışlarını çevirdi. Asker hemen Asya’ya yol göstererek:
“Buyrun efendim, mutfakta yapıyoruz.”
Diyerek önden gitti.
Asya ve bir levend, ellerinde iki tepsi ve sekiz fincan köpüklü Türk kahvesiyle döndüler. Asya sırayla Hayreddin paşa ve yanında bulunan Turgut ve Salih paşalara Türk kahvesini sundu. Kalan kahveyi de kendisi alarak paşalara en yakın yere oturuverdi. Elindeki tepside dört fincanla bekleyen levend ise önce Asya’nın ne yaptığına bakıp sonra kahveleri diğer arkadaşlarına sundu. Herkes birbirine bakarak kahvelerini içti. Barbaros Hayreddin Asya’yı ve diğerlerini izleyerek:
“Her işin bir adabı vardır. Demek kahve de böyle yapılırmış. Levendlerime de öğretin bunun nasıl yapıldığını. Hem sultanımıza da köpüklü bir Türk kahvesi ikram edelim İstanbul’a varınca. Ayrıca kızım sen nereden öğrendin bunu bakayım?”
Asya bir yandan kahvesini yudumlarken:
“Annem öğretmişti bana. Biz ailecek hergün içeriz. Hem Osmanlıda da Türk kahvesi Sultan Süleyman döneminde yaygınlaşmıştı zaten. Sultan beğenince önce İstanbul’da yayılmış.”
Reis kaşlarını yukarı kaldırarak:
“Sultanımız kokusunu ve tadını beğenmişti evet. Şimdi köpüklüsünü de içince eminim daha çok sevecektir. Kızım onu da yapmak sana kısmet olacak inşallah.”
İstanbul’a dönünceye kadar birkaç defa Türk kahvesi eşliğinde kaptanların denizcilik maceralarını dinleyen Suhan ve arkadaşları aslında tarihe canlı canlı tanıklık ediyorlardı. Barbaros kardeşlerin Cezayir-Tunus anıları, İspanyolllarla olan mücadeleleri, Osmanlıya katılışları ve daha neler neler…
Sabahın erken saatlerinde top patlamalarıyla uyanan Aytunç; ‘Ne oluyor yahu? Saldırıya mı uğradık yoksa.’ Diyerek etrafına bakındı. Top sesleriyle irkilen Aytunç’un omuzlarına dokunan Alper:
“Korkma kardeşim. İstanbul’a geldik. Karşılama atışları bunlar.”
Dedi. Gemiler Beşiktaş kıyısına doğru ilerliyordu. Kıyıda kalabalık bir grup onları bekliyordu. Reisleri karşılamaya Sultan Süleyman ve devletin üst düzey yöneticileri de gelmişlerdi. Asya, Aytunç, Oğuz, Alper ve Suhan da reislerin arkasından ilerliyorlardı. Suhan en arkadan yürürken bir el Suhan’ı omuzundan tutarak kenara çekti. Suhan ‘Ne oluyor?’ diye gözlerini ayırmıştı ki karşısında yaşlı halini gördü. Yaşlı Suhan sessizce:
“Şu çantayı al. İçinde size lazım olacak herşey hazır. Bir de şu küçük çantayı Asya’ya ver. İçindeki notu mutlaka okusun. Sana yazdığım mektubu da ilk fırsatta oku.”
Suhan çantayı alırken bir asker onlara yaklaşıp:
“Babanız mı efendim? Daha sonra görüşürseniz iyi olur. Reisleri bekletmeyelim.”
Suhan hemen arkadaşlarının yanına döndü. Asya’ya yaşlı Suhan’ın verdiği çantayı verirken:
“İçindeki notu hemen okuyacakmışsın. Aman ihmal etme.”
Dedi. Hızır reis sultanla sohbet ederken gözleri Asya’yı arıyordu. Sultana Asya’yı işaret ederek:
“Sultanım kızımızın da size bir hediyesi olacak. Bizzat kendi elleriyle size bir ikramda bulunmak istiyor.”
Kanuni Sultan Süleyman Asya’yı baştan aşağı süzerek:
“Hadi bakalım, maharetini görelim öyleyse.”
Dedi. Asya ‘tamam’ anlamında başını sallayarak:
“Tabi efendim. Mutfağa geçer geçmez yapayım.”
Hep birlikte dualarla zafer kutlamalarının ardından saraya geçtiler.
Asya mutfağa geçmeden önce gözleriyle orada bulunanları saydı. Sonra mutfağa geçerek hazırlık yapmaya başladı. Mutfak görevlilerine kahveyi sordu. Anlamsız anlamsız yüzüne bakan görevlilere:
“Kahveyi ve onu kaynatacak cezveyi soruyorum.”
Dedi. Bir görevli özel olarak hazırlanmış ve köz halindeki ateşi gösterdi. Su ve benbzeri şeyleri kaynattıkları kapları çıkarttı. Ama ortada kahve yoktu. Asya bir an düşündükten sonra çantasına koyduğu Suhan’dan aldığı poşeti hatırladı. Hemen açtı. İçindeki notu okudu. Gülümseyerek diğer paketi de açtı. Ortalığı taze bir kahve kokusu sardı.
Biraz sonra sultanın ve devlet adamlarının oturduğu odaya da mis gibi kahve kokusu yayıldı. Asya ve iki görevli ellerinde tepsilerle içeri geldiler. Asya sultana doğru gelerek:
“Buyrun, hem de közde pişmiş Türk kahvesi. Şu bol köpüklü sizin sultanım.”
Diyerek tepsiyi sultana uzattı. Sultan Süleyman kahvesini alarak geriye yaslandı. Herkesin gözü sultandaydı. Onun vereceği tepkiyi merakla bekliyorlardı. Sultanın ilk yudumunu almasıyla birlikte herkes kahvesini içmeye başladı.
“Tiz aşçıbaşına haber verin. Kahve bundan sonra böyle yapılacak. Kızımdan tüm ayrıntısını öğrensinler. Saray mutfağında daima yer alacak bundan böyle.”
Asya mutfak görevlilerine Türk kahvesinin nasıl yapılacağını ayrıntılı bir şekilde anlatıp tariflerin bulunduğu deftere de yazdırdıktan sonra arkadaşlarının yanına döndü.
“Suhan amca olmasaydı yanmıştım valla. Adam taze çekilmiş kahve ve tarif yazıp koymuş. Sağol Suhan.”
Diyerek Suhan’ın omuzuna vurdu. Suhan:
“Kızım sultan sana istersen burada kalıp mutfağın başına geç demiş. Asıl kalırsan onlar yandı.”
Diyerek güldü. Sonra arkadaşlarına dönerek:
“Suhan’ın bana verdiği notu okudum arkadaşlar. Sabahleyin buradan gitmiş olmamız lazım. Üsküdar Çamlıcaya geçmemiz lazım. Şimdiki caminin bulunduğu yer.”
Sabah erkenden kendilerini bekleyen bir kayığa binerek Üsküdar’a geçtiler. Çamlıca’ya doğru çıkarlarken Oğuz çevresine bakınarak:
“Arkadaşlar! Alper nerede? Farkında mısınız dört kişiyiz.”
Hepsi birden telaşla çevrelerine bakınmaya başladılar. Tepeden sağı-solu izliyorlardı. Aşağıdan bir adamın, Alper’i kollarından tutmuş olarak yukarı getirdiğini gördüler. Suhan sessizce:
“Arkadaşlar dikkatli olalım. Gerekiyorsa tanımamazlıktan gelelim.”
-Bölüm Sonu-
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com