ZAMANDA YOLCULUK ZAMANI 23

Bölüm 23:

“Dünya Bir Körle Bir Topalın Savaşına Sahne Oluyor”

Hepsi pür dikkat iki yeniçerinin arasında yukarı doğru gelen Alper’i izliyordu. İlginç bir şekilde Alper ve yanındaki iki yeniçeri askeri de sırılsıklam ıslak durumdaydı. Aytunç arkadaşlarına dönerek:

“Sanırım Alper arkada kaldı ve yakalanacağını anlayınca suya atladı. Askerler de onu suda yakalamışlar.”

Suhan gözlerini gelenlere dikmiş bir baziyette:

“Alper’in gülüşüne bakılırsa farklı bir durum var. Neyse yapacak bir şey yok. Birazdan anlayacağız bakalım.”

Yeniçeriler iyice yaklaşınca içlerinden birisi Suhanlara dönüp kızgın bir ifadeyle:

“Bre gafiller! Yaptığınızdan utanmaz mısınız hiç?”

Oğuz, sol eliyle gözünü kaşıyarak:

“Ne yapmışız ki efendim?”

Yeniçeri askeri daha da hiddetlenerek:

“Üsküdar’a gelirken bu adamı kayıktan atmışsınız. Adam yüzme de bilmiyor, ya boğulsaydı ne olacaktı?”

Alper heyecanlı bir şekilde yanındaki askere dönerek:

“Yahu onlar atmadı. Ben ayağa kalkınca düştüm. Kimse de farketmeyince böyle oldu.”

Asya, askerleri tepeden tırnağa süzdükten sonra:

“Niye atalım yahu, o bizim arkadaşımız. Biz de onu arıyorduk. Hem sizi de mi attık denize? Baksanıza halinize siz de sırılsıklam ıslanmışsınız.”

Yeniçeri arkadaşının kolundan tutarak götürdü.

“Yürü yahu gidelim şurdan. Bunlarla uğraşılmaz.”

Askerler giderlerken hepsi de arkalarından bakakaldılar.

Suhan’ın;

“Hadi arkadaşlar, bir an önce tepeye çıkalım da işimize bakalım.”

Demesiyle birlikte yeşilliklerle kaplı tepeye yöneldiler. Yemyeşil ağaçların arasından İstanbul boğazı bir harika görünüyordu.

Aytunç boğazı işaret ederek Asya’ya döndü:

“Şimdi sen boğaz köprüsü nerede falan diyorsundur. Bak şu kısıma yapılacak ilerde inşallah.”

Asya ciddi bir ifadeyle:

“Çok güzel. Keşke hep böyle kalsaymış. Tabi yaşam şartları değiştikçe insanlara deniz taşıtları yetmez olmuş.  Kara araçları çoğaldıkça köprüler de zamanla yapılmış.”

Asya’nın bu sözleri üzerine Suhan elindeki tabletten gözlerini ayırıp Asya’yı izlemeye başladı.

“Bana bakma, işine bak hadi.”

Asya’nın ikazından sonra Suhan elinde bir not kağıdıyla birlikte arkadaşlarına dönerek:

“Şurdaki kayanın yanına geçelim arkadaşlar.”

Hep birlikte kayanın yanına geçtiler. Suhan yine tableti açmış, yukarı kaldırmış, kristal piramitleri de hazırlamıştı. Yine renkli ışıkların arasında gözden kayboldular.

Işıklar kaybolup ortam da durulunca yine birbirlerine bakar halde buldular kendilerini.

“Nerdeyiz yine yav?”

Alper çevreyi izliyor, nerde olduklarını anlamaya çalışıyordu.

Etrafları yemyeşil otlar ve geniş yapraklı yüksek ağaçlarla çevriliydi. Hava biraz serin, oksijeni bol bir yaylayı andırıyordu. Az ileride bir dere berrak sularıyla akıyor, derenin aşağı kısımlarında ise küçük bir fil sürüsü toplanmış derenin durgun bölümlerinden su içiyorlardı.

“Hey! Uyandınız mı siz? Emirimiz sizi bekliyor.”

Sesin geldiği tarafa baktılar. Kıyafetlerinden Türk ve müslüman oldukları anlaşılan dört asker onlara doğru geliyorlardı.

“Suhan yine hangi tarihe geldik yaa? Baksana yine kılıçlı askerler.”

Asya’nın sorusu üzerine Suhan bir elindeki tablete baktı bir ceplerini karıştırdı.

“İnan bende bilmiyorum. Kendi yaşadığımız tarihi yazmıştım ama ne oldu anlamadım.”

Askerler yanlarına gelince ayağa kalkarak toparlandılar. Onlarla birlikte derenin yukarı taraflarına doğru yürümeye başladılar. Yapraklar ve ağaç dallarıyla örülmüş büyükçe kulübelerin önünde durdular. Bir askerin yönlendirmesiyle en büyük kulübenin açık kapısından içeri girdiler.İri yarı, heybetiyle tahtında oturan biri ve yan taraflarına oturmuş altı kişi daha vardı. Suhan, Oğuz, Aytunç tahtında oturan emire bakarak kim olduğunu anlamaya çalışırlarken Asya ve Alper şaşkın şaşkın emirin yanında oturan sakallı adama bakıyorlardı.

“Suhan amca değil mi yahu bu?”

Diyerek Asya Suhan’ı dürtükledi.

Hepsi birden bakışlarını o yana çevirince yaşlı Suhan ayağa kalkarak:

“Hoşgeldiniz…”

Dedi. Sonra emire dönerek:

“Emir Timur hazretleri, işte size bahsettiğim bilim adamları. Oğlum ve arkadaşları. Gök bilimi, fizik, matematik ve daha bir çok alanda ilimlere sahipler.”

Emir Timur onlara dönerek ayağa kalktı:

“Öyle mi, hoşgeldiniz. Göreceğiz bakalım hünerlerinizi.”

Diyerek oturacakları yerleri işaret etti. Hepsi de gösterilen yerlere oturdular. Emir de kendi tahtına geçerek:

“Osmanoğulları üzerine bir sefer tertip ettik. İsterim ki askerlerimin kendilerini en güçlü hissettikleri bir zamanda harp edelim. Bayezid Türk yurdunda Türkleri istemezmiş. Sırplarla işbirliği eder, ordusunda önemli konutanlıkları sırplara verirmiş. Ermenilerin her türlü hainliklerine de ses çıkartmazmış. Türk beyleri de hayli şikayetçiler. Siz ne tavsiye edersiniz bakalım?”

Asya tam konuşacakken Oğuz onun dizine burarak araya girip:

“Sultanım, dinlenmiş bir orduyla, dolunayın olduğu bir zamanda, filleri de ordunun önünde bulundurursanız gücünüz artacaktır. Üstüne bir de sisli bir ovada olursa ordunun hareketi de fark edilmeyecektir.”

Asya, Oğuz’un engellenelerine rağmen yine söze girerek:

“Ben aslında Yıldırımın size yazmış olduğu ağır hakaretlerle dolu mektupları merak ediyorum. İzmir’e kadar gidişinizin sebebini, İstanbul’u neden almadığınızı da bir türlü anlamıyorum. Hem Bayezit’in şehzadelerini neden serbest bıraktınız onu da anlamış değilim…”

Emir Timur yaşlı Suhan’a dönerek:

“Böyle mektuplar var mıydı? İzmir, İstanbul, şehzadeler… Anlayamadım. Zannederim ki tavsiyelerini bu şekilde ifade ediyor.”

Suhan başını sallarken 7-8 yaşlarında bir çocuk içeri girerek yanlarına geldi. Timur’un dizlerine oturdu. Timur çocuğun saçlarını severken:

“Taragay. Şahruh’umun oğlu, benim de torunumdur.”

Alper hayranlıkla çocuğu izlerken:

“Uluğ bey. Matematikçi, gök bilimci ve sultan.”

Timur bakışlarını Alper’in üzerine dikerek:

“Artık yetiştirmesi de size kalıyor. Bakalım ilerde neler olur. Sultan ha!”

Timur, Aytunç’un sürekli olarak ayaklarına baktığını fark ederek:

“Bizim aksaklığımız gaziliğimizdendir evlat. Hem bilmez misin sen; tüm emirler, sultanlar ya sakattırlar, ya hastadırlar, ya gazidirler, ya da biraz delidirler. Bayezidin de gözleri bozuktur. Anlayacağınız dünya bir kör-topal savaşına şahit olacak.”

Diyerek güldü ve yaşlı Suhan’a işaret ederek:

“Misafirlerimizin ihtiyaçlarıyla ilgilenin. İlim ehli bizim için kymetlidir. Ben de gidip ordunun hareket emrini vereyim de bir an önce Osmanoğluna dersini verelim.”

Diyerek komutanlarıyla birlikte oradan ayrıldı.

Herkes bakışlarını yaşlı Suhan’a dikmiş onun ne söyleyeceğini merak ediyordu.

Bölüm Sonu

Mesut Hekimhan

Eğitimci Yazar

mesuthan@gmail.com

Related posts

Leave a Comment