Bölüm 24:
“Bir Kişi İçin Geniş, İki Kişi İçin Dar Dünya”
Timur’un yanlarından ayrılışını izleyen Alper büyük bir hayranlıkla arkasından bakan Oğuz’a döndü:
“Ah be kardaşım. Tarihimiz nice savaşlarla doludur amma şu Türk milletinin birbirini kırmasından acısını da görmedim tarih boyunca. Oğuzlar Gazneliyi kırıp Selçuklu olmuş, Moğollar Selçukluyu dağıtmış, işte Timur, Altınordu’yu ve Osmanlıyı dağıtmış, Selçuklu Harzemşahlıları, Osmanlı Akkoyunluları, Memlüklüleri, Safevileri ve daha niceleri birbirlerini kırmışlar…”
Oğuz Alper’in omzuna elini koyarak:
“Hepsinin de var bir nedeni. Ama şu Moğolları araya niye karıştırdın ki şimdi?”
Alper tek kaşını kaldırarak:
“Türkün amcasının oğlu da Türktür kardaşım. Onlar da bizden yani.”
Aytunç araya girip:
“Hepsi de dünyaya tek başına sahip olmak istedikleri için ötekini istemedi. Hatırlayın Yıldırım Bayezid dünya haritasına bakıp ne söylemişti; ‘Bir kişi için çok, iki kişi için az…’…”
Asya Aytunç’u dürtükleyerek;
“Türklere karşı olunca hepsi birleşiyorlar ama. Bizimkiler de akıllı olup birlikte hareket etseymiş keşke.”
Suhan arkadaşlarına bakarak:
“Çok konuşmayın da gidelim hadi. Bu tarihi olayı kaçırmayalım.”
Suhan’ın uyarısıyla oradan ayrılarak harekete geçmek üzere olan ordunun arka saflarında yerlerini aldılar. Anadolunun yemyeşil topraklarında günlerce ilerledikten sonra savaşın yapılacağı alana yakın bir mesafede konakladılar. O yıllarda Anadolunun verimli toprakları yemyeşil bir görüntüye sahipti. Bol ve çeşitli ağaçlar dağların ve tepelerin eteklerini canlı bir yeşile boyuyordu.
Timur’un ve Yıldırım’ın orduları Ankara’nın kuzey doğusunda Çubuk ovasında karşı karşıya geldiler. Temmuz ayının sonları olmasına rağmen hafif sisli bir hava hakimdi.
“Bir yanda Anadolu’da birliği sağlayan, İstanbul’u kuşatmış, haçlıları Niğbolu’da perişan etmiş Yıldırım Bayezid, diğer yanda Türkistanda birliği sağlayan, Hindistanın kuzeyini ele geçirmiş, ilim adamlarını el üstünde tutan Timur… Tarihte görmek istemeyeceğim en acı sahnelerden birine şahitlik ediyoruz.”
Alper’in veryansınlarla dolu konuşmasına Aytunç:
“Ve daha neler neler göreceğiz bakalım.”
Diyerek cevap verdi. Oğuz gözlerini kısarak ovanın dört bir yanını iyice gözlemleyerek:
“Bazı tarihçiler abartmış yahu. Timur 800.000, Yıldırım 300.000 kişilik ordulara sahip diyorlardı. Burada yaklaşık 140.000 kişilik Timur ordusuna karşılık 70 yada 80.000 kişilik Osmanlı ordusu var. Filler tanklar gibi görünüyor, üstelik Timur sayıca üstün.”
Suhan acı acı gülümseyerek:
“Anadolu beylerinin bir kısmı, Kara Tatarlar taraf değiştirip Timur’un ordusuna geçecek, Yıldırımın sadrazamı, yeniçeri ağası, hatta çocukları meydandan kaçacak. Osmanlı Devleti Orhan bey zamanına dönmüş gibi küçülecek, neden bilmiyorum ama Timur Osmanlıyı da yok etmeyecek.”
Savaş bitmiş, Yıldırımdan sonra ailesi de esir alınarak Bursadan getirilmişti. Timur Anadolu beylerine yeniden beyliklerini vermiş, neler yapacağını planlıyordu. Bir asker saygıyla huzura gelerek:
“Efendim, beklediğiniz misafirleri getirdik.”
Deyince Emir Timur ayağa kalkarak:
“Gelsinler.”
Dedi. Suhan ve arkadaşları saygılı bir şekilde Timur’un karşısına geçtiler. Başlarını hafif eğmiş bekliyorlardı. Timur hepsini gözleriyle süzdükten sonra:
“Savaşı kazandık. Sizin tavsiyelerinizin de katkısı oldu bunda. Şimdi hep beraber Osmanlının yenik sultanını ziyaret edeceğiz. Yeni tavsiyelerinizi de daha sonra konuşuruz.”
Emirin işaretiyle hep birlikte hareket ettiler. Önünde sadece bir askerin beklediği büyükçe bir çadırın önüne geldiler. Asker derhal çekilerek Emire ve arkasından gelenlere yol verdi. Yıldırım Bayezid bir köşede oturmuş bekliyordu. Timur’u ve yanında gelenleri bir süre süzdükten sonra ayağa kalktı. Timur’un yüzüne bakarak:
“Hakkımızda idam kararı mı verdin? Yanındakiler pek askere benzemiyorlar.”
Timur otoriter bir ses tonuyla:
“Merak etme Osmanlı. Seni öldürmeyeceğim ama yanımda gezdirip bu necip Türk milletine nasıl sultanlık edilir öğreteceğim.”
Yıldırım başını öne eğdi. Timur, Oğuz’u ve Asya’yı eliyle işaret ederek:
“Sen Türk milletini unutup ecnebilerle işbirliği ederken bu kardeşlerimizin verdiği tavsiyelerle byük bir mağlubiyet tattın. Özellikle bu hatun kişinin tavsiyereri bize çok faydalı oldu. Yüzlerine bak da bir daha unutma bu Türk evladını.”
Yıldırım başını kaldırıp hepsini tek tek süzdü. Uzun süre Alper’i ve Asya’yı dikkatle inceledi.
“Ben sizi bir yerlerden tanıyorum ama nereden, özellikle seni hatırlar gibiyim ama…”
Diyerek Suhan’a baktı. Suhan Bayezid’in solgun yüzünde kaybolmuş ve çökmüş gözlerine bakarak kısık bir sesle:
“Bilemeyeceğim efendim. İnsan insana benzer.”
Emir Timur kızgın bir ifadeyle araya girerek:
“En yakın adamlarımdan birinin yeğenidir. Hem bu ferini kaybetmiş gözlerinle doğru düzgün gördüğünü de söyleyemem. Hadi yeter bu kadar!”
Diyerek dışarı yöneldi. Suhan, Oğuz, Alper, Aytunç ve Asya da korkmuş ve şaşırmış ifadelerle Timur’u izlediler. Yıldırımsa hala garip ifadelerle arkalarından Suhanları izliyordu.
Timur hızlı bir şekilde Suhanların yanından ayrılınca Asya arkadaşlarına dönerek:
“Bir an önce Suhan amcayı bulup konuşalım. Yoksa kendi zamanımıza dönebileceğimiz yok. İşimiz Suhan’a kalırsa bundan sonra nereye gideriz bilmem.”
Aytunç gülerek Asya’nın omzuna elini koydu:
“Sen de Suhan’a kızıp yine Suhan’dan yardım istiyorsun Asyacığım.”
Asya yavaşça Aytunç’un göğüslerini yumruklayarak:
“Sen karışma da işine bak hadi.”
Dedi. Gülüşmeler arasında hep birlikte Asya’nın peşinden yürümeye başladılar. Mavi ve tonlarında sıralanan çadırların arasından ilerleyerek turkuaz bir çadırın önünde durdular. Asya;
“Suhan amcanın çadırı bu olmalı.”
Diyerek eliyle çadırın girişini işaret etti. İçeriden;
“Gelin gelin!”
Diye yaşlı Suhan’ın sesi duyuldu. Birlikte içeri girdiler. Suhan gülerek:
“Çadırımın farklı renkte olmasından dolayı buldunuz beni değil mi? Ve bu fikir de Asya’ya aitti.”
Hepsi bakışlarını Asya’ya yöneltti. Asya sırıtarak:
“Turkuazı sevdiğini biliyorum.”
Dedi.
“Ama daha iyi bildiğim bir şey var ki bizi de ancak sen gönderebilirsin kendi zamanlarımıza.”
Yaşlı Suhan kenardan bir bez çantayı alarak:
“Evet, doğru söyledin. Her şeyi hazırladım. Şimdi gidelim hadi. Sizin de benim de buradan ayrılma vaktimiz geldi”
Diyerek çadırdan ayrıldı. Küçük bir bahçenin içinde duvarları çadır bezlerinden yapılmış üstü açık bir odaya benzeyen yere girdiler.Ortaya mavi renkte bir çember çizilmiş, çevresinde ise belirli aralıklarla kristal piramitler ve taşlar dizilmişti.
“Hadi önce sizi gönderip sonra da kendim gideceğim buradan.”
Asya Suhan’ın elinden tableti alıp;
“Dur bi bakayım hele. Yine süprizlerle karşılaşmayalım.”
Dedi. Sonra başını sallayarak ‘Tamam, sorun yok.’ Dedi.
Ortamı kaplayan beyaz, mavi, yeşil ve sarı ışıkların yoğunlukları yavaş yavaş kayboldu ve mekanik sesler kesildi. Herkes önce birbirine baktı. Yüzleri gülüyordu. Sonra az ilerde duran ve kendilerine bakan kişiyi fark ettiler. Hepsi şaşkınlık içinde ağızları açık bir halde kala kaldılar.
-Bölüm Sonu-
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com
Güzelmis. Hosuma gitti.