Zihinde Yolculuk

Uzun zamandır depresif bir ruh hali içindeydim. Dalıp gidiyordum uzaklara. Zaman olarak yakın geçmişe, boyut olarak ise bilinmezliklere. Her şey bomboştu, saçmaydı, anlamsızdı. Yaptıklarımı unutuyordum. Yaptım mı yoksa yapmadım mı? Yapacaklarımı unutuyordum. Düşündüklerimi unutuyordum. Çalan telefonların hiçbirine bakmadım. Dışarı çıkmadım. Hiçbir şeyi umursamadım. Sadece ama sadece Kitap okudum. Özellikle de polisiye romanları. Ne de olsa aklımdaki düşüncelerden uzaklaşıyordum katilin kim olduğunu bulmaya çalışırken. Tam bir beyin fırtınası. Bir anlamda çok bilinmeyenli denklem gibi. Söylenen yalanlar, ortaya çıkan gerçekler, kaçanlar,  saklananlar, saklanamayanlar, kurnazlar, kurnaz olduğunu sananlar… Aslında gerçek hayat da çok farklı sayılmaz. Sırlar, yalanlar, gerçekler, kaçışlar, kovalamalar,  yüzleşmeler, yüzleşmek için sırasını bekleyenler, ortalığa saçılanlar, saçılmayanlar…

Kitaplar güzeldi. Gerçeklerden uzaklaşmak güzeldi. Ancak bir çözüm bulmalıydım. Kitaplara ara verdiğim bir  anda sırt çantamı alıp saatlerce yürümeyi düşündüm. Yorulana kadar yürüyüp saatlerce uyumayı. Peki ya sonra? Sonrası kaldığım yerden devam.  Hayır! Bu bir çözüm değildi. Kalabalıklar içinde daha uzun bir yolculuğa çıkmalıydım. Kısa bir süreliğine bile yalnız kalmamalıydım. Sonra buralardan gitmeyi düşündüm.  Neresi olursa fark etmez sadece gitmek. Bir sırt çantası alıp Otogardan kalkan ilk otobüse binmek ve bilmediğim yerlere gitmek istedim. Gittiğim yerde; Hava kararana kadar, yorulana kadar, uykum gelene kadar aylak aylak dolaşmak. Sonra bir hastaneye giderdim geceyi geçirmek için. Âcil servisin bekleme salonu iyi olurdu bunun için. Bir süre orada oturur daha sonra kafe’ye giderdim. Hem bir şeyler yerdim hem de insanları seyrederdim. Kafam dağılırdı. Kafamın dağılması iyi gelirdi. Çantamdan kitabımı çıkarır başka katillerin peşine düşerdim. Uykum gelince de uyurdum bir köşede. Hastanede bir şey diyen olmazdı. Peki ya sonra? Sonrası eve dönerdim tilki misali. Hayır! Bu da bir çözüm değildi. Daha uzun bir yolculuğa çıkmalıydım. Tren yolculuğu olabilirdi. Doğu expresine binerdim meselâ. Hayır, hayır, hayır! Bunlar. Çözümmüş gibi görünen kaçıştan başka bir şey değildi. 

Hawaii’li bir terapist ve eğitmen olan Dr. Hew Len’in, bir grup akıl hastası tutukluyu, hiçbiriyle etkileşmeden ve konuşmadan tedavi ettiği Ho’oponopono tekniğini uygulamak geldi aklıma. Bu iyi bir teknikti. Faydaları aşikardı. Ancak o kişiye karşı, uygulama içindeki sözleri söylemek zerre miktarı gelmiyordu içimden. Başka bir yolu olmalıydı. Ben yüzleşmeliydim. Bütün korkuları, endişeleri bir kenara bırakıp yüzleşmeliydim ama nasıl? Nasıl olduğunu bilmiyordum ama bir şekilde yüzleşmeliydim. Yüzleştikten sonra yine uygulardım Ho’oponopono tekniğini. Çünkü ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bilmeliydi o kişi.

Related posts

Leave a Comment