Arayış 11

          Üzerinde çalıştığı resmin detaylarını oluşturmuş, çevre öğelerinin ana hatlarını çiziyordu. Çalışma masasındaki telefonu çalmaya başladığında, istifini bozmadan renk tutturmak için boyaları karıştırmaya devam etti. Telefon ikinciye tekrar çalınca, fırçasını bırakıp telefonu açtı. “Sedat Bey, cep telefonunuz kayıtlı olmadığından, size hemen ulaşamadık. Bu akşam için bir programınız yoksa, sizi yeni filmimizin galasına davet etmek istiyoruz.” Dedi telefondaki kadın. “Tabi, gelirim. Memnuniyetle.” Diye cevap verdi. Telefondaki kadının verdiği adres bilgilerini yazdığı not kağıdını gömleğinin cebine koydu ve masadaki boş çay bardağını alıp mutfağa geçti. Masasına tekrar oturduktan sonra çayından bir yudum aldı. Yarılanmış sigara paketinden bir dal çekip yaktı. Kütüphanesinin rafındaki yeğeninin ona armağan ettiği “Havadan sudan” adlı kitap dikkatini çekti birden. Her anını Bir şeylerle doldurmak istiyordu. “Zaman, kendi haline bırakılıp boşa akıtılacak bir hazine değildir. Diye düşünüyordu. O nedenle de boşa zaman öldürenlerden pek hoşlanmazdı. Kitabın ilk öyküsünü bitirince, arasına ayraç koyup kitabı masaya bıraktı. Yeni bir dal daha çekip yaktı. “Sadi Bey, çok haklı. Havadan sudan diye başlayıp olmadık yerlerde bitiyor sohbetler.  “İnsanımız kitap okumuyor azizim. Okuyandan da kaçıyorlar.” Diyen bir dostunu hatırladı. Ne kadar hazin bir durum, okuyanlar havadan sudan kaçıyor, onlarda okuyanlardan.” Diye düşündü. Hüzünle tebessüm arası melankolik bir ifade yerleşti yüzüne. “Bizler yaşadıkça her zaman bir umut var.” Diye düşündü. Olur olmaz her yerde aranmak istemediğinden, cep telefonu kullanmıyordu. Telefon rehberinden yeğeninin numarasını çevirip, akşama bir davette olacağını, merak etmemesini tembihledi. Yatak odasında bulunan gardırobundan yeni aldığı ve birkaç kez giydiği takım elbisesini çıkardı. Ressam olmanın ötesinde, hayatındaki diğer renklere de önem veriyordu. Gömleğini, kravatını ve çorabını itina ile seçti. Çaydanlığın altını söndürüp evden ayrıldı.

         Oturduğu ev metro istasyonuna yakın olduğundan, gittiği yerlere çoğu zaman bu şekilde seyahat ediyordu. Taksimdeki Pera müzesine girdiğinde organizatör tarafından kapıda karşılandı. Ayaküstü birkaç kelamdan sonra içeri girdiler. Girişten sonraki bekleme salonunda abartılı giyimli adamlar ve rüküş görünümlü kadınları görünce, orada fazla kalmak istemedi. Yaşamda sadeliğin, uyumun, özün önemli olduğuna inandığından, resimlerine bu uyumu ve özü yansıtabiliyordu. Nezaketen başıyla bir selam verip gösterimin yapılacağı salona geçti. Birbirinden uzak iki tarihi şehrin arasında gelişen bir aşk hikayesinin anlatıldığı bir film gösteriliyordu. Filmi sonuna kadar izledi. Söyleşi faslında filmin yönetmeni ve başrol oyuncuları sahnede yerlerini almış, filmi izleyen davetlilerden gelen soruları cevaplıyorlardı. Sorular ve onlara verilen cevapları duymuyordu. Halâ, filmdeki yanan kütüphane sahnesinin etkisindeydi. Söyleşi bitmeden oradan ayrıldı. İçinden bir şey sormak gelmiyordu. Eve vardığında yeğeni çoktan gelmiş uyumuştu bile.  Kıyafetlerini çıkartıp geceliğini giydi ve çalışma odasındaki sandalyesine oturdu. Kalemi alıp okuduğu öykünün sonuna kısa bir not yazıp kitabı tekrar masaya koydu. Masadaki sigara paketinden bir dal daha çekip tüttürdü. Odanın havalanması için balkon kapısını hafifçe araladı. Sigarası bitince salona geçip uzun koltuğa boylu boyunca uzandı. Filmdeki yangın sahnesi gözünün önünde yeniden canlanmıştı. Kitaplardaki kahramanların çığlıklarını duyar gibi oldu. Daldığı rüyasında birden yangın sahnesinde buluverdi kendini. Elinde meşaleyle koşan adamı durdurmuş, meşaleyi söndürmüştü. Bu başarısından dolayı içi huzurla dolmuştu. Üzerini örten yeğeni, onu merakla süzdü ve odadan ayrıldı.

Mehmet Hüseyinçelebi

11.12.2021 Kastamonu

DEVAM EDECEK…

Related posts

Leave a Comment