BABALAR EVLATLAR“ Bu Adam Benim Babam”

“Bu Adam Benim Babam”

Nasıl ki anne ve babaların sevgilerini yüreklerinde hisseden evlatların özel bir günü yoksa Kalplerinde yavrularının sevgilerini dolu dolu yaşayan babaların da özel bir günü yoktur aslında.

Yıllar önce baba oluncaya kadar kendi babamın neler yaşayıp neler hissettiğini tam olarak anlayamadığımı anladım. Sıradan insanlarla babam arasındaki farkın benim babam olmasından öte duygular içerdiğini kendi oğlum öğretti bana.

Babam… Yıllarca dört çocuklu ailesini sırtlayıp bugünlere taşıyan eğilmez bir dağ imiş…

Her çocuğu için ayrı ayrı çabalayan, onların hayata tutunmaları için kendi ömründen kaybeden bir çınarmış babam…

Evimize hergün ekmek alan, mevsimine göre  kıyafetlerimizi yılda bir aldığı elbise paralarıyla karşılamaya çalışan babam, ben ve üç büyük kardeşimin tüm okul masraflarını da memur maaşıyla karşılarmış meğer. Ne bilirdik ki ev geçindirmek nedir? Dört çocuğun ihtiyaçları nasıl karşılanır? Ev kirası, elektrik, su faturaları nedir? Nasıl ödenir?…

En büyük oğlunu ortaokulda yatılı olarak gönderip okutan, “onlar okusunlar ben başka bişey istemem” diyerek tüm çocuklarının okuyup bir meslek sahibi olmalarına uğraşan babam o yüce çınarın dallarından ne taze yapraklar dökmüş meğer…

Kendisi de dört çocuklu bir ailenin en büyüğü olan babam memleketinde başladığı memuriyet hayatına doğu göreviyle gittiği ve birçok güzel anılarla döndüğü Van’da devam etmiş. Siyasi çalkantılardan da nasibini alan babam “tarafsız” olması sebebiyle kendi memleketinden Kırşehire tayin edilmiş. Ömrünün büyük bir kısmını burada ailesiyle birlikte geçiren babamın hayatla sınavı da gün geçtikçe zorlaşmış.

40’lı yaşlarının başlarında ikinci evladı olan oğlunun gözlerini kaybetmesine şahit olmuş.

Liseyi bitirmek üzereyken gözlerini kaybeden abimin yaşadığı travmaları ben de en küçük kardeşi olarak gördüm ve yaşadım, yaşadım ama bir insanın gözlerini kaybetmesinin ne demek olduğunu anlamam için benim de gözlerimi kaybetmem gerekiyormuş.

Henüz ortaokul son sınıftayken beliren rahatsızlığım aslında gözlerimi kaybedeceğimin sinyallerini veriyormuş bana. Okulda gözlerim kapanıpta evime bir arkadışmla gönderilişimi ve annemin beni bu şekilde görünceki halini hala unutamıyorum.

Hayatla mücadele ederken ikinci bir kurşunu göğüs kafesinde hissetmişti belkide… Daha benim ne olduğunu yorumlamama fırsat vermeden annemi teselli etmek düşmüştü hem babama hem de bana. İkinci bir yavrusunun aradan iki yıl bile geçmeden gözlerini kaybetmiş olması nasıl bir duyguydu hala anlayamıyor, belki de anlamak istemiyorum.

Babamla yakınlaşmamız da benim gözlerimi kaybetmemle başladı böylece. Bitmez tükenmez hastane ve tedavi günleri…

Ey yüreği çelikten daha sağlam ve merhameti ipekten daha yumuşak babam, gözyaşlarını içine mi akıttın söyle! Annemin gizli gizli ağladığını birçok kez duydum, içinin nasıl yandığını o söylemese de öptüğüm ıslak yanaklarından anladım.

Ey fırtınalardan devrilmeyen çınar, yaktığın her sigaranın dumanına mı gizledin gözyaşlarını? Yoksa balkonuna diktiğin çiçeklerin toprağına mı gömdün hüznünü söyle!

İçinde ırmaklar gibi çağlarken gözyaşların sen dört çocuğunun da ellerinden tutup hayata bağladın onları, hiçbir engel yıldırmadı seni, “yazık” demeden okuttun başkalarının “kör” diye hor gördüğü evlatlarını… Kimseden saklamadın engelli çocuklarının olduğunu, başarılarıyla övündün, sevinçleriyle sevinip üzüntüleriyle sen de ağladın onların.

Görme engelli oğlunun birini üniversiteye yazdırıp kalacağı yurda yerleştirirken, diğer oğlunu da tedavi olur ümidiyle hastaneye yatırmıştın ya hani? Hiç unutmuyorum ben hastanede yatarken abim yurtta kalıyordu ve sen İstanbulu bırakıp yaşadığın şehre en büyük oğlunun düğününü yapmaya gitmiştin ya hani. Düğünün bittiği akşam yine dinlenmeden yola çıkıp Kırşehirden taa İstanbula bizim yanımıza gelmiştin, yediğim en tatlı ve acı baklavaydı abimin düğününden kalan…

Beni kucağına alıp hastaneye götürüşünün ve ilk gözümü kaybetmenin üzerinden beş yıl geçmeden iki oğlununda gözlerini tamamen kaybetmesine büyük sabırlar gösterip Rabbine şükürler eden bir devdi babam.

Ellerimizden tutup bizi toplum içine çıkarıp hiçkimseden utanmadan ve oğullarım kör diye saklamazken hangi hayallerinden vazgeçmiştin be babam! Nasıl unuturum bizlerin tedavisinin, evin geçiminin, büyüklerimin okul masraflarının altında sen ezilmeyeyim diye gece 12’lere kadar ziraatçiler lokalini  işlettiğini, her Pazar sabah ezanıyla kalkıp hayvan pazarında çay satmaya gittiğini nasıl aklımdan çıkarırım söyle…

Her balık tutmaya gidişinde oltanın ucuna taktığın hasretlerini misinayla göle fırlattığını kaç kişiden sakladın babam! Gelen her balığın gelecekten bir umut taşıdığını tüm dostların biliyordu belkide… Yüreğinin ateşini söndürmek için hangi ırmaklara girdin, hangi barajların suyunu akıttın içine? …

Oyuncaklarım olmasada mutluydum dizlerinin dibinde, akşam olupta sen gelince eve sanki bir huzur dolardı gönlüme. Hele bir de ağzından bal damlayarak eskilerden anlatmaya başlayınca değmeyin keyfimize… Ağarnastan başlar, Vandan devam eder, yeşilhisar, Kırşehir, türlü türlü olaylar ve insanlar. Anlattıklarından ders almasını anca şimdi öğrendik be babam!

Okuduk, dört çocuğunda üniversiteler bitirip bir iş sahibi oldular bak! Biliyorum babam, gözleri görmeyen evlatlarının okuyup iş sahibi olmaları seni en çok sevindiren şeydi belkide. Hepside yuvalarını kurdular ve evladın ötesinde canlar verdiler sana…

Yıllar saçlarına aklar düşürse de gözlüklerini takmadan okuyamasan da gazeteni, her gün muntazam almak zorunda olduğun ilaçlar kesse de hayallerinin önünü, sen ruhunda gezdirip gönlünde yaşatıyorsun düşlerini…

Çocuklarım her kafasını kaldırıp bacaklarıma sarılıp “baba, baba!” diyerek kucağıma çıktığında seni daha iyi anlıyorum babam! Çocuklarımın gözlerinde şimdi senin hayallerin var, senin yüreğinden taşan sevgilerini çocuklarım akıtıyor yüreklerimize…

Hayat ne kadar boğmaya çalışsa da beni, dert, tasa canımı acıtmak için sıraya da girseler, yine senden aldığım sabra sığınacağım. Zenginlik bu değil mi babam! Kimsenin beş kuruşu bende kalmayana kadar çalışacağım… Eşim de dostum da anlamasalar da beni, ben yine vuracağım paranın çirkin yüzüne..

Ve öğreteceğim babam! Dünya için yaşayan, itibarı malda – makamda arayan, gözlerimi ahiret için benden geri alan Rabbime şükretmeyenlere inat;

Hep hayalini kurduğun bahçeli evi çocuklarım bulacak, oltanın ucuna hasreti, sevgiyi takıp göllere denizlere salacak, hep gölgesinde oturduğu ağaçları bizim gözyaşlarımızla sulayacak, özlemimizle büyütecek bahçesinde domatesleri, biberleri, naneleri. Kitabını her eline aldığında ise tüm dünyadan geçip Rabbiyle konuşacak… Onlar, dünyayı içinde yaşayacağı zaman kadar sevecek, bizden onlara onlardan evlatlarına kalan en büyük miras işte bu inanç ve bağlılık olacak…

Ey sönmez volkanları sinesinde taşıyan yüce dağ!

Ey tertemiz suları bağrından fışkırtan bitmez kaynak!

Ey en tatlı meyveleri acı imtihanlar neticesinde bizlere sunan koca çınar!

Her sabah güneşin ışıklarıyla beraber doğduğun dünyamızda sonsuza dek var olacaksın.

Yaprak döken gençliğimin satır aralarında altı kırmızıyla çizilmiş ve tırnak içine alınmış suskunluğumun baş harflerisin. Bir boşluk ki tarifi hicran dayanağı o mahzun dirayetin. Ne cismimiz kalır dünyada ne sevdana hakimiyetin. Bir tek sen, yalnız sen babam!

Seni seviyorum babacığım…

Mesut Hekimhan

Eğitimci Yazar

Related posts

Leave a Comment