Yaşlı kadın, “Ben hiç çarşı pazar nedir bilmezdim. Evin her türlü alış verişini eşim yapardı. Faturaları öderdi. Ben sadece ev işleri ile ilgilenirdim ama onun ölümünden sonra iş başa düştü. Okuma yazma bilmezdim onu da öğrendim” dedi. Sonra derin bir iç çekti ve “Hayat bir kitap gibidir; her yeni gün bu kitabın sayfalarıdır. Her gün yeni şeyler öğreniriz; yeter ki bakmasını bilelim. Baktığımızı görelim, gördüğümüzü anlayalım. Niceleri bakıyor ama görmüyor; gördüğünü fark etmiyor” dedi.
Anne kızı evlerine bıraktıktan sonra yaşlı kadının söylediklerini düşündü. “Bakıyoruz ama görmüyoruz; gördüğümüzü fark etmiyoruz” demişti. Onlar da görmüşler ama fark etmemişlerdi yeğeninin durumunu. İki yaşına gelmesine rağmen kelimeleri tam çıkaramıyordu. O kadar tatlı, o kadar sevimli bir bebekti ki, ters bir durum olabileceğini hiç düşünmüyorlar hatta düşünmek bile istemiyorlardı. Yakınlarının doktora gitme tavsiyelerine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Bu karşı çıkışın nedeni aslında biraz da korkuyor olmalarıydı. Ya gerçekten dedikleri gibiyse korkusu harekete geçmelerine engel oluyordu. Bir gün ablası bilgisayarın başına geçip öğrenme güçlüğü yazmış ve karşısına çıkan bütün yazıları büyük bir dikkatle okumuştu. Okudukça yazılarda kendi çocuğunu görmüştü. Bu yazılarda daha önce adını hiç duymadığı disleksi diye bir hastalıktan bahsediliyordu. O an kararını vermişti.
Akşam yemeğinden sonra eşiyle konuştu. İnternette okuduğu yazıları eşine de göstermek istedi ama adam karşı çıktı. “İnternette yazılan her şey doğru değil ki, hem doğru bile olsa birkaç belirti benziyor diye” kadın bir anda kocasının lafını kesti. “Şuna bir bak” dedi. Ünlü bilim insanı Einstein da disleksi hastasıymış hatta Edison da. Bu, dünyanın sonu değil ki lütfen yarın doktora gidelim” dedi. Bu tartışma sonunda doktora gitmeye karar vermişler ve bu şekilde yeğeninin disleksi hastası olduğunu öğrenmişlerdi.
DEVAM EDECEK